SİL BAŞTAN



SİL BAŞTAN


Emine ÇOBAN 




   Ne zaman sahipsiz kaldığımı hissetsem, ne zaman umudum tamamen tükendi desem, derin bir nefes alır, başımı göğe kaldırıp semayı seyre dalarım. O uçsuz bucaksız gökyüzünün bir köşesinde beni de sahiplenecek biri mutlaka vardır. Hatta belki de yağmur olup yağacak umut dolu bulutlar gizlidir diye düşünürüm. Bugünde öyle yapabilmeyi çok isterdim ama kafamı kaldırdığımda gökyüzü yerine gri beton duvarla karşılaştım. Pencereye çıkmayı denedim fakat orayı da kapatmışlar, tıpkı bir kafes gibi ufacık deliklerden hava girmesini beklemekten başka çare bırakmamışlar. Sağıma soluma, önüme arkama her yanıma baktım, artık başım dönmeye başladı. Beynimin bana bir oyunu muydu yoksa serap mıydı bilemem ama bir an onu gördüm, yanına doğru hiç bitmeyecek bir hasretle yaklaştım ama bacaklarım beni taşımak istemiyordu, bir adım, bir adım daha hareketsizce durmuş gri duvarları izliyor ve beni görmüyordu. Bağırmak istedim, boğazımı yırtana kadar haykırmak istedim ama yapamadım, sesimi bulamıyordum, kurumuş bademciklerim dilime yapışmıştı. Asır gibi bir zaman geçti ve ben hala yürüyorum, onun yanına gitmek ve onunla beraber bu daracık odadan kurtulmak için can atıyorum. Attığım son adımla beraber onun oturduğu sandalyeye tutundum.

   Bir anlık rüya kâbusa dönüştü, o gitmişti. Gözlerim yorulana kadar odanın her yanına baktım ama yoktu. Gri küflü duvarlar ve bir sandalyeden başka odada hiçbir şey yoktu. Can havliyle kendimi yere attım, ağlamak istiyordum; içim dışıma çıkana kadar, yüreğim gözyaşlarımla yıkanıp tertemiz olana kadar ağlamak istiyordum ama gözyaşlarım yoktu duygularım da yoktu. Yalnızca kalbim, ben ve korku, içimde başka hiçbir şey yok. Oda üzerime geliyor, bir an önce buradan çıkmak istiyorum ama bu odada kapı yok. Ben nasıl geldim buraya?

   İşte her şey o an başladı, tek bir soru bomboş gri betonda yankılandı; ben nasıl geldim buraya? Burada doğmamıştım. Galiba tek hatırladığım şey bu, burada doğmamıştım. Yaralı değilim, öyleyse biri beni zorla buraya kapatmadı. Bu bir kâbus, bu bir kâbus, yalnızca bir kâbus bu kadar korkunç olabilir ama ne acıdır ki kendimi hiç bu kadar uyanık hissetmemiştim. Etrafıma tekrar göz gezdirdim; bir masa, bir sandalye ve bir yataktan başka hiçbir şeyin olmadığı odaya saatlerce baktım, sanki ben baktıkça bir kapı oluşacakmış hissiyle kapının olması gereken duvarı, bakarsam gökyüzü belirecekmiş gibi pencere olması gereken delikleri saatlerce inceledim.

   Kaç saattir buradayım bilmiyorum her bir saniye sanki bir yıl gibi geçmek bilmiyor. Sığınabileceğim en ufak bir gerçeklik bile yok. Onu tekrar görmek istiyorum yalnızca onu düşünüyorum ama o gelmiyor. Tuhaf. Kafanıza girmiş ve sürekli bağırarak verdiğiniz kararları eleştirerek sizi hasta eden birini özlemezsiniz ama ben şu an her şeyden çok onu özlüyorum. Kafamın içi gereksiz bir şekilde fazla sessiz ve ben buna alışık değilim onun beni aşağılayan sinir eden sesini geri istiyorum.

   Hayır, hayır ben neler düşünüyorum. Sakın geri gelme seni istemiyorum. Kendi kararlarımı kendim almak istiyorum. Senin her otobüse bindiğimde açık kapıdan atlamamı söylemeni ya da elime her bıçak alışımda onu saplayacağım en doğru yerin kalbim olduğunu söylemenden bıktım. Ne zaman yeni biriyle tanışsam onun aslında beni sevmediğini beni yalnızca senin seveceğini başkalarının beni aldatacağını söyleyip ilişkilerimi mahvetmenden sıkıldım.