KUTUP YILDIZININ ÖYKÜSÜ


KUTUP YILDIZININ ÖYKÜSÜ



Emine ÇOBAN




   Güneşin batışını beklerken sonsuz boşluğu izliyorum, çok büyük ama aynı zamanda çok dar burası. Karanlık, sessiz, ıssız. Bu koca boşlukta gün bana doğana kadar sevdiğimi hayal edip vuslatımızı bekliyorum, o zat-ı şahaneye meftun geçiyor her anım. O dünyadan bana bense bu boşluktan ona bakıyor sessiz sedasız sevgimi ilan ediyorum. Ben, kutup yıldızı tüm benliğimle aşığım Ona ve yüzyıllardır içinde bulunduğum sonsuz boşluktan ona sessiz sedasız haykırıyorum sevgimi. Duyar mı? Belki, hisseder mi? Keşke. Onu düşündükçe içimde hiç var olmayan ama her zerremde hissettiğim kalbim tüm bedenimi parçalarcasına gümbürdüyor, belki de asla dokunamayacağım taştan bedenine dokunma hayali bile içimde güneş patlamalarını kıskandıracak fırtınalar koparıyor. Güzel ama acı veriyor onu sevmek, hayır aslında onu sevmek değil kavuşamayacağımı bilmek acıtıyor, bu soğuk bedenimi.

   Yıllar boyu ona atılan her kurşun, burçlarını yıkan her darbe, benim kalbime vurulan bir yumruk oldu, o her zarar gördüğünde ben bu boşlukta bin parçaya bölünmeyi dağılıp yok olmayı diledim ama sen atlattığın onca saldırıya rağmen dimdik ayaktasın. Keşke beni de o güçlü duvarların ardına alsan beni de şehri koruyup kolladığın gibi korusan. Şimdilerde kolun kanadın bin parçaya bölündü, üzerin-den yollar geçiyor, aynı anda bir sürü insana yuva oluyorsun ve sen bu halinde tıpkı bir galaksiye benziyorsun. Ah! Benim galaksim, evrende kendimi en çok ait hissettiğim galaksi sen olmalısın. Ben ise bir kara deliğe düşen göktaşı misali ait olduğum yuvadan uzakta bir başıma kocaman bir boşluktayım. Seni ilk gördüğüm an geldi aklıma; arayıştaydım o sıralar, ait olduğum galaksiden bu boşluktan sıkılmıştım, bazen kendi derdimi unutmak için Dünya’yı izlerdim. İnsanların dert saydığı saçma sapan konular, sırf savaşmak birbirlerini öldürmek için ortaya sürdükleri bahaneler bana kendimi unuttururdu. Seni gördüğüm günde bir savaşı izliyordum, ortalık kan gölüne dönmüş, her yerden dumanlar yükseliyordu. O an bir top mermisi burçlarından biriyle olan bağını kopardı, senden yükselen feryadı bir ben duydum, duydum ve içim yandı. Sende benim kadar sıkılmıştın ait olduğun yerden, sende benim kadar kurtulmak istiyordun boğuluyordun orada sesiz ama Dünyayı yıkarcasına haykırışların ve sadece ben duyuyordum seni. İşte o gün anladım seni, biz birbirimizin yarasına merhem olmaya gelmiştik bu evrene baktıkça teselli bulmalıydık birbirimizde. Ucunda yok olmak olsa bile ayrılmamalıyız. Mesafeler engel olmamalı sevgimize, sen dünyanın en güzel yerinde, bense bu sonsuz boşlukta ama hep birbirimizle olmalıyız. Keşke bunları sana anlatmanın bir yolu olsaydı. Dinler miydin beni, yoksa hiçe sayıp burçlarında mı bulurdun teselliyi? Sahi burçlarını mı severdin yoksa beni mi? İşte ben bu soruların cevaplarını asla öğrenemeyeceğim senden…

   Güneş ağır ağır yer değiştiriyor birazdan sana gecenin karanlığı dokunacak. Her zerremde aynı hisle seni kucaklamaya hazırlanıyorum, bedenimde her şey altüst oluyor. Her seferinde sanki seni ilk kez görüyormuşum gibi patlarcasına çarpıyor yüreğim, gittikçe netleşiyorsun evrenin içinde. Hayal ettiğimden bile daha güzelsin; kumrular ürkekçe uçuşuyor etrafında, içinde bir sürü insan var. Hepsi senin üzerine titriyor. Bu halinle dipdirisin. Hiç yaşlanmayacak hep on yedi sinde kalacak çiçeği burnunda canlı diri biri. Asla benim olamayacak belki de çoktan burçlarına sevdalanmıştır birisi. Ben hep seni uzaktan izleyen ürkek bir serçe mi olacağım. Sen, benim farkıma bile varmadan göçüp gideceğim. Burçlarını seveceksin onların hasretiyle yanacaksın, hal buysa senin burçlarınla aranda ufacık bir yol var ama benim senle aramda koskoca bir evren duruyor. Erciyes’in zirvesinde kalmış bir aşk bizimkisi, ne sen ulaşabilirsin ne de ben. Belki de Sultan Sazlığına gelen kuşlarla ilan etmeliyim sana aşkımı tüm evrene haykırmalı o kuşlar Kutup Yıldızı en parlak değil en âşık yıldız diye çünkü bilmez bilemez insanlar benim ışığımı senden aldığımı. Anlayamazlar böyle bir aşkı. Kayseri olmalıyım tüm benliğimle belki o zaman fark edersin beni. Şimdilik burada durup kendi dilimce sana dualar etmekten başka bir şey gelmiyor elimden, affet bu biçareyi, elinden gelse Yahyalı şelaleleri kadar coşkun akan bu gönlümü açmaz mıyım sana?

   Bu gece şehirde ayrı bir neşe var, meydanının ışıltısı buradan bile gözlerimi kamaştırıyor. Orada olduğumu hayal ediyorum da bazen; insanlar arasında dolaşıp Kapalı Çarşıyı gezerdim mesela çünkü en çok orayı merak ediyorum, esnafla sohbet edip senin surlarının dibinde huzuru dinlemek isterdim. Hunat Hatun medresesinde çay içip medresenin yapıldığı o heyecanlı günleri yâd ederdim ama en çokta senin yanında oturmak isterdim. Sana dokunmanın nasıl bir şey olduğunu öğrenmek isterdim. Herhalde buna dayanamazdım. Hayali bile neredeyse kalbimi yerinden sökecek. En çokta sesleri merak ediyorum. Duvarlarına çarpan rüzgârın sesini, sana fısıldayan çocukların sesini, çarsının sesini… Burada ne hava var ne de ses, sonsuz bir boşluk ve karanlığa hapsolmuş her şey. Gerçi sen burçlarını duyuyorsundur ama ben senin sesini ancak hayal edebiliyorum sevgilim. Bugün sende mutlusun nasılda neşeyle kucaklıyorsun yanına gelen insanları, şehrin ışıkları ayrı bir görkemli gösteriyor seni. Keşke tüm benliğimi geride bırakıp senin o taştan bedenini aydınlatan bir sokak lambası olsam, o zaman sever miydin beni bilmiyorum? Etrafındaki tüm o ışıklarla tıpkı güneşe benziyorsun soğuk, taştan ama aynı zamanda sıcacık bir güneşsin içimi aydınlatan.

   Camii Kebir minarelerinden yükselen ezan sesi gecenin hayli ilerlediğini fısıldıyor insanlara, onlarda annesi eve çağırmış küçük bir çocuk misali dağılıyor sessizce. Yalnızlığı sevmiyorsun biliyorum. Sanki onlara gitmeyin der gibi bakıyorsun. Korkma demek isterdim sana. Korkma yalnız değilsin ben varım. Şehir derin bir uykuya hazırlanıyor. Esnaf, teker teker dükkânlarını kapattı. Meydan tramvayı son seferini tamamladı. Erciyes’in zirvesinden Ali dağının eteklerine oradan Erkilet’in düzlüklerine kadar bütün şehir içimdeki sessizliğe büründü. Gevher Nesibe hatun geldi birden aklıma. Hani şu sevdiği uğruna yataklara düşüp son nefesinde aşkla göçen Selçuklu Melikesi. Onu en iyi ben anlardım o zamanlar. Sevip de kavuşamamak nedir en iyi ben bilirim çünkü. Aşkı için nice dertlinin derdine derman olan o hastaneyi yaptırdığında ona olan saygım daha bir artmıştı, ah ah mekânı cennet olsun tüm aşıkların.

   Geceleri her yanını evsizler sarıyor. Sen onlara yuva oluyorsun ve onları şehrin haşin ve acımasız yüzünden koruyorsun tıpkı bir zamanlar bu şehri, koruduğun gibi. Bu şehri koruyan o kollar bir gün beni de korusa kollasa, sarıp sarmalasa nasıl isterim bunu. Bu sonsuz boşlukta seni izlemek yetmiyor artık bana. Ey yar, yakın mıdır vuslatımız? Bir ses ver, bin nefesim feda olsun sana ama artık bekletme bu biçareyi. Burçlarına verme gönlünü gün gelir sevgini hiçe sayıp terk ederler seni ama ben kıyamete kadar seni sevmeye devam edeceğim ve o gün geldiğinde de sana gelir gibi gideceğim bu sessiz boşluktan.

   Sabahın ilk ışıklarıyla tüm bedenim sarsılıyor. Tüm sessizliğine ve ilgisizliğine rağmen inatla sana bakmaya devam edeceğim. Taştan bedeninin her zerresini şu minicik kalbime sığdırmaya çalışıyorum. Sabahın ayazıyla titreyen kollarında ezan sesi yankılanıyor. Güneş bir battaniye gibi sarıyor soğuk tenini ve o heybetli bedenin ansızın kayıyor gözlerimin önünden. İçimde yıllardır oluşan o tanıdık korku ile seni Dünyanın acımasız kollarına bırakıyorum. Hoşça kal kalem, gün bana doğana kadar her zerrem seninle olacak.