“BANA DA YER VAR MI?”


“BANA DA YER VAR MI?”



Selin Meriç ÜNAL




   Tek çocuğum. Doksanlar da çocuk olmayı çok isterdim yine de de ucundan yakalamışım fena sayılmam. Kendimi bildim bileli annemle beraberiz. Düşünün ki benim doğumuma girerken bile yanında sadece ben varmışım. Hayatımın hiçbir evresinde bir kardeşim olsun istemedim. Kuzenlerimle beraber büyüdüğüm için kardeş yokluğunu pek hissetmedim. 2003 yılında anaokuluna okula başladım ilk gün beslen-memi serviste unuttum yanımdaki arkadaşım salçalı ekmeğini bölüp vermişti kalbimde yeri hep ayrıdır; salçalı ekmek sonuçta çok kıymetli. İlkokula başlıyorsun dediler. Çizgiyi taşırmadan boyama konusunda çok başarılıydım, bakalım bu sefer beni neler bekliyordu? İlk gün herkes ağlarken ben ağlamamıştım küçükken de güçlü ve lider olmayı istemiştim. Koç burcuyum belki ondandır. Yıllar yılları kovalıyor annemle tek başımıza hayat mücadelesi veriyoruz.

   Bugün olduğu gibi annem yine bitmek bilmeyen emeği ve sevgisiyle beni büyütmeye devam ediyor. Yazları anne yarısından daha fazla olan teyzemde kalıyorum pamuk gibi bir eniştem ve kardeşten öte iki tane kuzenimle çok mutluyum o zamanlar. Teyzem kapıya gelen sütçüden süt alıp yoğurt yapardı artan sütle de sütlaç. Sütlacın şekerini az koyardı eniştem şeker hastasıydı bizim tabaklarımızın üstüne gül reçeli dökerdi eğer o yoksa el yapımı marmelat. Hem huzur veren hem de harika bir tadı vardı ya da çocuktum ben öyle sanıyordum. Şimdi yaptıkları o tadı vermiyor hiç.

   Dolu dolu bir çocukluk geçirdim ama hep bir yanım annemi arardı galiba çalışan annele-rin çocukları doksan yaşına da gelse her anlarında yanlarında olamayışları içlerinde ukde kalacak. Ama annem çalışmasaydı ben teyzemlere gelmeyecek belki de bu güzel çocukluk anılarım yerine evde tek başına oyuncaklarıyla oynayan bir çocuk olacaktım. Her gün mutlaka yaptığımız kumanda ve yer kavgaları şimdi o kadar kıymetli anılar ki.

   Evcilik oynarken ben öğretmen olurdum hep; e malum ailede eğitimci çok olunca hayaller de hep o yönde oluyor. Teyzemlerin evde salonun kapısı hep kapalı olurdu bazen aralık kalınca merak edip bakardım. Eniştem ya kitap okur ya da şiir yazardı çok özenirdim, onu üstün yetenekli gibi düşünürdüm, bir nevi çocukluk kahramanımdı. 35 yıllık fizik öğretmeni, edebiyatla bu kadar iç içe olunca çocuk zihnimde bağdaştıramamışım demek ki. Ama yıllar sonra anladım ki yazmak için çok okumak çok dinlemek e biraz da hissetmek yeterliymiş.

   Ben hep günlük tutardım. “Sevgili Günlük” diye giriş yapmazsam kabul olmaz gibi gelirdi. Bazen yazacak bir şeyim kalmayınca olmasını istediğim şeyleri olmuş gibi yazardım; söylemek istediklerimi söylemiş gibi yapardım. Hayatımın en çok yazdığım en çok okuduğum dönemi lise yıllarımdır. Bol gülmeli bol ağlamalı bir lise hayatı geçirdim.

   Dersime giren bütün edebiyat öğretmenlerimi hep sevdim. Zaten edebiyatı seven ve edebiyatla uğraşan herkes kalben güzeldir. Bir gün bir yerde ‘Tutkusunun peşinden giden dünyayı değiştirebilir.’ diye bir cümle okudum durdum düşündüm; Hayatım boyunca mesleğimi sevmek istiyorsam, her sabah o alarm çalınca mutlu uyanmak istiyorsam edebiyatla iç içe olmalısın dedim kendi kendime. Ve daha sonra cumhuriyetimizin ilk üniversitesi olan Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi/ Türk Dili ve Edebiyatını kazandım.

   Biliyordum ki edebiyata dair çok zenginleyecektim. Daha çok üretmek daha çok oku-mak için doğru yerdeydim. Kıymetini bilememekten korktuğum okulumun hakkını verebilmek için ‘Yerimizin oldukça acemisiyiz’ diyen sizlere sormak istiyorum; orada bana da yer var mı?

    Edebiyatın ve sanatın daha fazla değer verdiği yıllar görmek dileğiyle…

Yorumlar - Yorum Yaz