MÜSAİTSENİZ SEVEBİLİR MİYİM?




MÜSAİTSENİZ SEVEBİLİR MİYİM?



Zehra AKKAYA





   Evimizin üst katına bugün taşınan yeni kiracı, gürültü yapıp, uyumama engel oluyordu. Yetmiyormuş gibi birde zile basıp, yataktan çıkmama neden oldu. Oflayarak gittiğim kapıyı açar açmaz karşımda yeni kiracımızı buldum. “Kusura bakmayın, kamyon erkenden gelince sizi de rahatsız ettik” dedi. Üstümde pijamalarımla, kapı önünde deli-kanlıyla sohbet ederken, annem kuşluk namazını bitirip yanımıza geldi. Bana kaşlarını dürerek, attığı bakışı görünce, hemen odama koştum. Üzerimi değiştirirken bir yandan da, annemden yiyeceğim azara hazırlanıyordum. Annem odaya girer girmez, “artık yetişkin kızsın, utanmıyor musun kapıyı böyle açmaya, kim bilir senin hakkında neler dü-şündü, bir kere daha böyle bir şey yaparsan, kemiklerini kırarım;” deyip çıktı. “Oh ucuz kurtuldum”.

   Önceleri iki katlı evimizin, üst katında oturuyorduk. Oturma odamızdaki balkon, sokağa bakıyor. Sokak kapısının yanındaki ağacın dutlarını, balkondan toplayıp yiyebiliyoruz. Mutfaktan çıktığımız diğer balkon, arka bahçemize bakıyor, arka bahçeye giriş, alt dairenin mutfağından olduğu için, biz yan tarafındaki, sokak girişini kullanıyoruz. Arka bahçenin ortasında Kocadal ismini verdiğimiz kayısı ağacımız, budağında dört mevsim sallanan salıncak, etrafında ara boşlukları metreyle çizilip ayarlanmış gibi sıralı, onlarca boy boy meyve ağaçları. Bir köşede annemin yaz kış sebze yetiştirdiği serası, diğer köşedeyse, yufka yapmak için kullandığı çardak var.

   Annem sürekli “Neden taşındık ki buraya, alt kat ne güzeldi. Kapıdan çıkınca ayağımız toprağa değiyordu. Burada ne var, bahçeyi ancak uzaktan seyrediyoruz ” diye şikâyetleniyordu. Bahçeyle arasına koyduğu mesafe onlarca kilometreydi. “Bir iki adımda ulaşıyoruz sanki uzak işte” deyince; babam güler, annemin gönlünü almak için “ Kiracılar çıksın söz veriyorum taşınacağız, kaç yıllık komşularımız, çıkın dersek ayıp olur” derdi. Yirmi yıldır alt katta oturan, diğer kiracımız emekli olup, memleketine dönünce annem diz ağrılarını da bahane ederek, kapısından gelinlikle girdiği daireye inmek istedi. Kiracı çıkar çıkmaz evi tadilat ettirip yerleştik.

   Taşındıktan iki gün sonra, ev hemen tutuldu. Yeni kiracı kaporayı verip gitmiş, on beş gündür ortalarda görünmüyordu. Emekli olan öğretmenin yerine gelen yeni öğretmen tutmuştu evimizi. Babam “Efendi çocuğa benziyor, annesiyle beraber oturacakmış, ilk görev yeriymiş” dedi.

   Kayısı ağacındaki salıncakta sallanan, gün batmak üzereydi. Kendimi sallanan salıncaktan sıkıca tutunarak geriye bırakmış, başımı arkaya sarkıtmış, gözlerimi kapatıp saçlarımın toprakta gezinişini dinliyordum. Gözümü açınca önce evimizi, sonra da balkonda beni izleyen gölgeyi gördüm. Babam gene beni seyrediyor, diye gülümserken hala sallanıyordum. Aniden taşındığımızı hatırladım, toparlanmaya çalışırken salıncaktan düştüm, kolumun çatlaması hiç iyi olmamıştı. Artık komşumuzla karşılaşmamaya çalışıyordum.

   Komşumuza sadece annesi evde yalnızken gidiyordum. Annem neden moralimin bozuk olduğunu soruyor, komşunun oğluna rezil olduğumu bir türlü söyleyemiyordum. Diğer komşularımız bize kahveye gelince, annem “Me-diha ablayı da çağır “dedi. Üst kata çıkıp zile bastım. Kapıyı komşunun oğlu açtı. Birden, onu karşımda görünce annem, Mediha teyzeyi çağırıyor diyeceğim yerde, “Müsaitseniz kahveye geldim” dedim. Toparlamaya çalıştıkça tamamen battım “Kahve getirecektim, aman götürecektim, yani var mıydı, kahve içer misin?” dedim. O sırada içerden Mediha Teyze “Kemal oğlum kim geldi?” diye seslendi. Ben yerimden kımıldayamıyor hatta nefes bile alamıyordum. Kemal gülerek “Zeynep geldi anne” dedi. “Zeynep” diye tekrar etti. Mediha teyze yanımıza gelip “Hoş geldin Zeynep içeri gel” dedi. Ben olabilecek en alçak sesle “Annem kahveye bekliyor” diyebildim, Mediha Teyze “Neden böyle kızardın yavrum?” diye sordu. Cevap vermeden hızlıca eve döndüm.

   Eve geldiğimde annem misafirlerle sohbet ediyordu, daha sonra Mediha Teyze de gelip sohbete dâhil oldu. Onlar kendi aralarında konuşuyor, ama ben duymuyordum. Bir ara Mediha Teyze “Kemal üşütmüş, çok ateşi var. Balkondan içeri girmiyor ki, üşütür tabi okula da gitmedi bugün” dedi. “Neden öyle çok balkonda duruyor?”, demekten kendimi alamadım, sorduğum sorudan ağzımdan çıkarken pişman olduysam da iş işten geçmişti. Kadınlar bana bakıp güldü, ben daha fazla kızardım, onlar sohbetlerine devam ettiler. Bir daha konuşmadım.

   Annem mutfakta yemek hazırlıyor, ben de sofrayı kuruyordum. Zil çalınca açarım deyip kapıya yöneldim. Kapıyı açınca karşımda, Kemal’i buldum. Sanki daha önce hiç konuşmamış gibi zorlanarak “Hoş geldin” dedim. O “Müsaitseniz ben geldim, sevdim, yani gelebilir miyim, müsaitseniz sevebilir miyim?” Annemin içerden sesi geldi “Kemal oğlum sen misin, annen nerde, oturun sofraya, yemekler soğumasın…” diye seslendi.