SESLER


SESLER


Melike ÇELİK


Kaç kat derinden geliyor sesler? Yedi kat perdenin ötesinde olan ben miyim, diğerleri mi? Sesler… Uğultu olmaktan sıyrılıp her bir ton yeni bir hüviyet kazanıyor belleğimde. Her bir ses; yeni bir kimlikle farklı bir bedende hayat buluyor zihnimde. Akordu bozuk bir müzik aletinden rastgele etrafa dökülüp saçılıyor. En pes perdeden tize ahenksizce geçiş bu; yavaş yavaş şiddetleniyorlar. Aradaki perdeler tek tek kalkıyor sanki. Yedi asırlık uykudan uyanır gibiyim. Sahi, yedi uyur uyandıktan sonra yüzyıllar süren uykularından, ne kadar sürmüştür ayılmaları? Uykunun ağırlığına hapsolmuş bedenleri, kaç yüz bin âlemde salınarak hangi kederleri ve sevinçleri bulamıştır bahtlarına?

Hiçlikten varlığa yolculuk benimkisi. Hiçbir cismani iz taşımıyorum. Zaman ve mekân kaybolmuş ortadan. Kaç boyutlu bir evrende yaşıyorum, bilmiyorum. Ve bilmediğim tüm varsayımlarımın üstünü boşlukla kaplıyorum. Yalnızca çok uzaklardan adım adım bana yaklaşan tiz sesler yırtıyor boşluğu ve mevcudiyetimi yalnız onunla idrak edebiliyorum. Hiç olmanın lezzetine varabilmek ne mümkün? Kendimi bildim mi hiçlik de kalmıyor geriye.

- Melek Hanım! Melek Hanım!

Kaç defa seslendiler adımı ve ben kaçını duydum, fark edemiyorum. Bilincimin en kör noktasına saplanıp kaldım. Hesap yapamıyorum, sayılar da yitirmiş olmalı anlamlarını...

Felçli bir hastanın uzviyetinden habersiz ya-şaması gibi, hiçbir şey hissetmiyorum. Kafam ile ayaklarım yer değiştirmiş olsa, ondan bile bihaberim.

Her yer mi karanlık ben mi karanlık olduğunu varsayıyorum? Bilinmezliğin insan beynindeki tezahürü değil mi karanlıklar? Anlatamadığım, anlamlandıramadığım tüm yokluklarımla karanlığa sığınıyorum. Bu garip yolculukta tek aşinam… Telaşlı gürültüler arasında tanıdık ahenkler arıyorum, bulamıyorum. Tek şahadetim bu sesler. Bir bıçak gibi kesilseler, yine hiçliğin penceresinde kaybolacağım, biliyorum. Hiç olmak... Hiç, olmamak...

Ahşap bir tabut ya da taze toprak kokusu-nun koynunda kazılmış bir mezar… Soğuk bedenin sıcacık toprakla kavuşmasının ürperişleri… Nerdeyim, buraya nasıl geldim; hatırlamıyorum. Biraz koku alabilsem ya da belki biraz tenimi hissedebilsem, anlayacağım. Zaman ve mekândan münezzeh olmak nasıl bir şeydir? Ölüme kavuşup da kıyameti bekleyenler dura-ğında mıyım?

- Melek Hanım!

Hiç bilmediğim bir yerde, bilmediğim bir zamanda olabilirim. Hayır, korkmuyorum! Varlı-ğını dahi hissetmediğim kulaklarımı çınlatan bu sese cevap vermeliyim.

- Hhhhhhhh... Hhhhh...

Konuşmak istiyorum ama nefes alamıyorum. Sesim içimde yankılanıyor, kimseye duyu-ramıyorum. Oysa haykırmak istiyorum: "Nefes alamıyorum!"

Varlıkla yokluk arasındaki ince çizgide kaç saniye tutunabildim ve ben bunu kaç asır bildim, merak ediyorum. Yine telaşlı sesler yükseliyor.

- Hemen bayıltın hastayı, nefes alamıyor!

- Bebeği odaya aldık hocam.

Düşüncelerimin, havası yavaş yavaş boşalan plastik bir şişe içerisinde ezilişini hissediyorum. Olmayan gözkapaklarım ağırlaşıyor. Dimağım, açılmamış son perdenin arkasından tekrar yedi kat perdenin ötesine yol alırken yalnızca o keli-menin akisleri çınlıyor içimde: "Bebeği"

Doğdu demek... İşte şimdi her şey anlamını yeniden kazanıyor. İçimde filizlenmiş minicik bir hayat dünyaya gözlerini yeni açmışken tutun-malıyım varlığımın en uç noktasından. Her uza-nışımda elimde kırılan dallara inat yaşamak için bir nedenim var artık. Uçurumun kenarında bir umut beni kavrayacak eli beklerken gözlerimin ağırlığına yeniliyor, karanlığa gömülüyorum…

- Melek... Melek...

Ne kadar zaman sonra, bu sefer tanıdık sesler çağırıyor adımı. İçlerinden annemin ve eşimin sesini tanıyorum. Göz kapaklarımın arasından incecik akan yaşı hissediyorum o an. Evet yaşıyorum… Korkmuyorum anne diye seslenmek istiyorum. Her zamanki gibi yine annemi ben teselli etmeliyim.

Yavaşça aralanıyor gözlerim. Boz bulanık bir dünyadan beni selamlıyor en yakınlarım. O an neler söylüyorum, neler mırıldanıyorum; bilmiyorum. Narkozun etkisi tekrar esir etmeden beni, kucağıma yeni doğmuş ağlayan bir bebeği tutuşturuyorlar.

"Allah'ım ne kadar çirkin bir şey bu!"

Tek beden olarak yattığım masadan, iki beden olarak diriliyoruz.

Zor bir doğum oldu, diyor doktor, nerdeyse anneyi kaybediyorduk. Yokluktan varlığa geçiş köprüsünde yalnız değildim. Bu hayat memat yolculuğunda ben mi ona yoldaş oluyorum, o mu bana? Tek bildiğim, sahip olduğum tüm unvanların üstünde yeni bir unvan kazanarak çok daha zor bir hayata başladığım. Kucağımda acemilikle tuttuğum yedi aylık doğmuş bebek en tiz perdeden ağlarken sesi yüreğimde çoğalıyor. Seni hangi kimlikle giydirebilirim diye düşünürken aczimi idrak ediyorum. Hangi ana yapmış ki evladının bahtını? Artık ben de korkuyorum.