BEYAZA BEYAZ DEMEK



BEYAZA BEYAZ DEMEK DURURKEN KİMİN AKLINA GELDİ BU İSİM


Zehra Meral KONŞUK İVECAN



   Sanki herkesin kendisini seyrettiğinin farkın-daymışçasına nasıl da dans ederek yağıyor kar! Hatta arada bir, daha artistik hareketlerle, hızlanıyor-duruluyor, sonra yine afra tafralar.

   İlk kardır ne de olsa bu yağan. Beklenendir. İster isteyerek, ister gönülsüz veyahut korkuyla! Sonuçta yağıyordur işte; durmadan ve durmadan… Yeryüzüne hasret kaldığı ayların acısını çıkartırcasına bir hız ve sevdiğine kavuşan bir aşığın şevkiyle.

   Kitap kurtlarının en sevdiği havalardandır karlıyağmurlu zamanlar. Okudukları kitabı, omuz başından görmeye çalışır gibi cama çarpa çarpa yağar kar taneleri. Tatlı tatlı odaya yayılan ısıyla sıcak bir şeyler içerken okunan kitapların tadı birçok şeyde yok-tur. Son zamanlarda okunan kitaptan daha önemli hale gelen çay kahve yanı fotolar dahi, bu zevki azaltamamıştır henüz. Çünkü gerçek bir okur bir şeylere takılmaz. Takıldığı tek şey okuyamadığı onlarca kitap ve vakit darlığıdır. İşte bu yüzden hayatın daha sakinleştiği, hareketlerin ve yapılacak işlerin yavaşladığı havalar tam kitap okumalıktır. Sanki okuduğu kitapları sessiz kelimeler yığınıyla karla birlikte yudumluyordur kitap meftunları.

   Çocuklar bakıyor pencerelerden, burunlarını yapıştırarak camlara. Annelerinin camları lekelediklerine dair ikazları para etmiyor. Minik yürekleri pır pır uçuşan kelebekler gibi seyrediyor yılın ilk karını. Kar taneleri de onların yüreklerindeki coşkuya eşlik edercesine kelebekler gibi uçuyor yeryüzüne doğru. Karla beraber yapılabilecek her türlü eylem, çocukların hayalleri ile çeşnileniyor. Kiminin, gözünün önüne en büyük kartopu hayali geliyor. Kimisinin ise aslan babasıyla, mahallenin görüp göreceği en büyük kardan adamını yuvarlamak. Arkadaşlarıyla kartopu savaşı yapmanın düşüncesi bile onları zıp zıp zıplatmaya yetiyor. Çocuk olasın işte! Hangi yürekte onların masumiyeti gizli. Büyüdükçe deri değiştirir gibi ne çabuk sıyırıyoruz üzerimizden çocuksu masumiyet elbisemizi.

   Babalar, okudukları gazetelerden veya izledik-leri televizyonlardan başlarını kaldırdıkları her seferinde, şöyle bir göz ucuyla bakıyorlar cama doğru. Yağan karı görür görmez de, onun yağmayı hızlandırışına eşdeğer bir sıkıntıyla, hızlıca, geri dönüyorlar biraz önce yaptıkları şeye. Zihinlerini dağıtmaları bu anda onlara gereken şey. Çünkü düşünmeye bir başlarlarsa, beyinlerine üşüşen “Oğlana bot almak lazım. Kızın kabanı küçüldü. Hanım da nicedir ‘Mantom epey eskidi bey!’ diye laf dokunduruyor. Acaba bu sene yakıta ne kadar öderiz.” hafakanlarını dağıtamayacaklar. Bıraksalar her şeyi bir kenara, çocukların coşkusunu paylaşsalar belki huzurun sıcaklığı yayılacak vücutlarına ve gevşeyecekler. Oysa onlar da çocuktu; karın yalnızca beyaz yanını, eğlence kısmını düşleyen.

   Bir de bazı anaların yüreklerine yağar kar. Her kar tanesi kar kraliçesinin parçalanan aynası gibi kalplerine batar. Onlar ki; asker analarıdır. Oğulları vatanı bekler; onlarsa, gelmesi uzak ufukta olacak oğullarını. Bilirler, zaten zor şartları olan dağlar, yeryüzüne düşen her bir taneyle kurşun gibi ağırlaşacaktır. Kalbi olmayan insanın yaşayabileceğinin kanıtı olan bu cennet timsalleri, belki azıcık sıcaklık verir diye, yüreklerini emanet vermiştir evlatlarına. Vatanımızın aslan parçalarına.

   Yoksullara da yağar kar. Kaygıyla kendisini izleyen bakışlardan utanırcasına, uçuşarak iner; damı akan, penceresi bozuk, yakacağı olmayan evlerin üstüne. Ne kadar uçuşursa o kadar zaman kazansın ister; kendisini davetsiz bir misafir gibi karşılayan bu insanlar. Bu mahallelerde her yaştan insan vardır; fakat hiç çocuk yoktur. O dönemi atlar buradakiler; çocuksu zevklere vakit olmadığını bilirler. Herkesin yapacak bir işi vardır; lakin bunlar arasında kartopu veya kardan adam yapmak yer almaz.

   Oysa her yere eşit yağar kar. Ama bilmez, her eşitlik adalet değildir. Çünkü kar beyaz beyaz yağmaz her yere. Gözün alabildiği tüm uzakları örten bu örtünün “kara kış” diye ayıplanması da bundandır