YASTIK

YASTIK




Fatma DAĞLI




   Yaşlı ve solgun yüzüme gülümseyerek göz kırpıyor Melek...

                                                         ***

   Köklerimden ayırırlarken beni ilk sessiz çığlıklarımı atıyorum. O an anlıyorum: “Sükût” kaderim...

   İte kaka bindirildiğim eski bir kamyon kasasında korku dolu gözlerle etrafımı seyrediyorum. Teybin sesi sonuna kadar açılmış. “Bir garip yolcuyum hayat yolunda” çalıyor. Nereye gidiyorum?

   Pazar yerinde üç beş kuruşa satıyorlar beni. Susuyorum…

   Yeni evin hanımı yüzünü buruşturarak:

   “Pek de kirliymiş, çok işimiz var” diyor. O geceyi kömürlükte geçiriyorum. Yapayalnız ve çaresiz...

                                                   ***

   Ertesi gün dere kenarına götürüp genişçe bir kütüğün üzerine oturttular beni. Gece hayli üşümüştüm, güneşin sıcaklığı iliklerime kadar işlemiş, içim geçer gibi olmuştu. Derken iki el uzandı üzerime. Ne olduğunu anlamadan kendimi buz gibi suyun içinde buldum. Dişlerimin takırtısını bir tek ben mi duyuyordum? Sonra saçlarımdan tutup kaynar kayalara çarptılar ıslak bedenimi. “Yandım Allah” demeye kalmadan yediğim köteklerin acısını hissettim her zerremde. Tokuçlar peş peşe indikçe acıdan köpürüyordum. Elim ayağım tutmuyordu artık. Teslim olmuştum çaresizce.

   Şu hiç dinmeyen baş ağrılarım var ya işte o günlerden kalma. Neyse...

   Gözlerimi açtığımda incecik ve sert bir zeminin üzerinde iki büklüm sallanırken buldum kendimi. Yerden hayli yüksekçeydi. Düşmemek için hiç hareket etmedim. Hoş kıpırdayacak halim de yoktu zaten. Gecelerin ayazında, gündüzlerin rüzgârında püskül püskül savruldu kıvırcık saçlarım. Büyükhanım bir seher vakti kucaklayıverdi beni ve indirdi yere. Her yanım tutulmuştu. Derin bir iç çektim. Nefes alışımla birlikte bir ses duydum havada:

   “Vıjjjjjjjjttt…”

   “Ya Hakkk!” Ensem yarıldı sandım.

   Bir daha...

   “Vıjjjjjjjjttt…”

   Gövdem ikiye bölündü galiba...

   Bir daha, bir daha, bir daha....

   Her değnek darbesiyle kabardıkça kabarıyordum. Sonra dört bir yanımdan çekiştirdiler, didikleye didikleye lime lime ettiler bedenimi. Tel tel ayrılmış, yediğim darbelere dayanacak gücüm kalmamıştı. Bir ara kendimden geçmişim. Uyandığımda büyükhanım konuşuyordu:

   “ Yünler güzel çırpılmış.”

   “Yünler? Ben yün müydüm? İyi de annem beni kınalı kuzum diye severdi...”

   Beyaz bir kılıfın içine doldurdular beni. Ağzımı dikip üstüme işlemeli bir yüz geçirdiler. Adıma da yastık dediler. Uzun süre yatak odasındaki yüklükte bekledim. Karanlıklar içinde sessiz sedasız… Esaret dedikleri şey gün ışığına, ılgıt ılgıt esen rüzgârlara, dağ kekiklerinin kokusuna, çıngırak seslerine hasret kalmakmış meğer.

   Düşünmek için çok zamanım olmuştu. Neydim, nereden gelmiştim, bunca acıyı neden çekmiştim?

   Derken bir gün davul ve zurnalar eşliğinde diğer eşyalarla birlikte çeyiz kamyonuna yüklenerek yeni evime doğru yolculuğa çıktım. Yıllarca sevda sözcükleri dinledim. Gülümseyen yüzlere dokundum. Ninnilere eşlik ettim. Ne sırlara vâkıf oldum.

   Zaman su gibi akıyor, hayat bildiğini okuyordu. Sonunda mutlulukları hiç bitmeyecek sandığım bu ocağa da ateş düştü. Nazlı gelinin gül yüzü soldu. Şen kahkahalar yerini sessiz hıçkırıklara bıraktı. Dualar duydum kara gecelerin ıssızlığında. Tuzlu sular damladı yüreğime. “Ölüm bizi ayırana dek” diyenlerin nasıl yabancılaştıklarına şahit oldum.

                                                      ***

   Yol ayrımı…

   Nazlı gelin anneliğine tutundu.

   “Melek” dedi ve sustu. Ben de sustum…

   Yıllarca Melek’i uyuttum sessiz ninnilerimle. Sadece dizlerime yatınca, başını göğsüme dayayınca “baba” diyebilirdi ama sesini kendisi bile duymazdı. Ne zaman hayallerinde yaşattığı, yüzünü bile hatırlamadığı bu adamı soracak olsa annesinin yüzünde kara gölgeler dolaşır, ıslak bakışları boşluğa asılır kalırdı. Bunu bilir, bilir de dilinin ucuna gelen sözcükleri yutkunurdu çaresizce. Melek sustu. Ben de sustum…

   Küçük kızın hıçkırıklarını gizlemek için başını altıma saklaması kadar acı veren bir şey olmazdı. Minicik elleriyle beni yüzüne öyle bir bastırırdı ki kederini ruhumun ta derinliklerinde hissederdim.

   Zamanla hasreti öfkeye dönüştü Melek’in. Akşamüstleri elleri dolu filelerle işten dönen babaları, kollarını açarak koşan çocukları görmemek için oyununu yarıda bırakır, tek odalı evlerinin perdelerini iyice kapatır, içindeki koca boşluğu doldurmak için bana sımsıkı sarılırdı.

   Bir çocuğun karın gurultularını dinlemek ve hiçbir şey yapamamak…

   Sustum...

  Bazı geceler beni hırsından yumruklar, yumruklar, yumruklar sonra halsizce düşüverirdi kucağıma. İşte o anlarda ellerimi uzatabilmeyi, kumral saçlarını okşayabilmeyi ne çok isterdim.

   Yapamadım…

                                                   ***

   Ve büyüdü Melek. Çeyizine yastıklar hazırlandı. Ama yün değil onlar. Kanaviçe işlemeleri de yok onların, öyle hazır nevresimler giyiniyorlar işte…

   Ah, benim vefalı kızım. Kimsenin bana dokunmasına izin vermedi. İlk günkü elbisemle oturuyorum evinin başköşesinde.

   İçimde bize dair sakladığım hatıralarla ben de göz kırpıyorum ona…

Yorumlar - Yorum Yaz