BÜYÜMEK



BÜYÜMEK



Zehra AKKAYA



   İkişer, üçer katlı evlerin bulunduğu sokağımızın en başındaki ev ‘beş katlı’. Hep o evin damına çıkıp “acaba sokağımız yüksekten nasıl görünüyor” diye hayal ettiğim bir yaz günü arkadaşlarım çağırıyor. Mutfakta yemek yapan annemin cevabını beklemeden “dışarı çıkıyorum” deyip, sokağa fırlıyorum. Arkadaşlarımla ip atlıyoruz, ama aklım hep beş katlı evin damında… “Acaba şu evin damından sokak nasıl görünüyor, biliyor musunuz” diyorum. Onlar hep bir ağızdan “yok” diyorlar. İçlerinden biri “hadi gidip bakalım” diyor. “Hepimiz mi çıkalım” deyip eve doğru koşuyoruz. Çocukluğumuzda evlerin sokak kapılarının açık bulunmasından da yararlanarak birde bakıyorum ki beşinci kata çıkmışız. Hayalimle aramda on basamak, kilitli olmayan bir de kapı var. Tam ilk basamağa ayağım değecek, Nebahat teyze sesinin bütün cırlaklığıyla “gâvur tohumları, ne arıyonuz burada, düşüp başıma bela olacanız” diyor. Korkuluksuz merdivenden olabildiğince hızlı inmeye çalışırken, en öndeyim ve kulağımdan yakalanıyorum. “Sensin dimek çıbanın başı, bi de Nurhan’ın gızları uslu dirler” diyerek kulağımda güç denemesi yaparken dışarıdan gelen çığlıklarla -sonradan ambulans olduğunu öğrendiğim- tepesinde ışıkları yanan arabanın sesi birbirine karışıyor. Nebahat teyze beni çoktan unutmuş, merdiven camından gördüğümüz olay yerine doğru hızla gidiyor. Sokağa çıkıp evime doğru ilerlerken, “burası önceden de bu kadar kalabalık mıydı?” diye düşünmeden edemiyorum. Sabahtan akşama kadar temizlik yapan titiz Mebrure teyze işini, “şu Marimar’ın sonunu görmeden ölürsem gözüm açık giderim” diyen Canan teyze dizisini bırakıp dışarı çıkmış. Herkes bizim kapı komşumuz olan Hüseyin dedenin evine bakıyor. Ama bir dakika “annem nerde?” Giriş kapısından evimize anne diye bağırıyorum, cevap gelmiyor. Bizim evin kapısıyla Hüseyin dedenin evinin kapısı arasındaki -sadece benim sığabileceğim- duvara yaslanıyorum. “Annem nerde, bu sokakta neler oluyor, neden bu insanlar hep burada, hiç görmediğim bu araba da ne, neden titriyorum?” İnsanlar Hüseyin dedenin bahçe kapısından içeri bakıyor, ağıtlar hıçkırıklara karışıyor, başımı hafifçe çeviriyorum, her yeri siyahlık kaplıyor. Nisan sonu Mayıs başı, hava olması gerekenden daha güneşli, biz düğüne gitmek için hazırlanıyoruz.

   Düğüne giden bir kız çocuğu için hayat gerçekten yaşamaya değerdi. Sanki şehirde kalmamış gibi gidip en uzak köyden gelin getirmemiş olsaydık… Her yolculuğun sonucunda olduğu gibi istifra edip üzerimi batırmasay-dım… Salona babamın kucağında ağlayarak girerken, gelini göremeyecek kadar üzgündüm. Annem “bak gelin geldi ağlama, hadi arkadaşlarınla oyna” diyordu. Gelinle damat alkışlarla içeri girip dansa başladılar, önümde kocaman kusmuk lekesi, saçım karışmış ve burnum kızarmış olarak, kendimi piste attım. Gelin, başına kondu-rulmuş kuşla sanki başının üstünde bir baş daha varmış gibi duruyordu. Ama kocaman kollu gelinliği, kıpkırmızı rujuyla yine de her gelin kadar güzeldi. Bütün oyunlara eşlik edip yorgunluktan uyuyakaldım. Gözümü açtığımda annemle babam başucumda konuşuyorlardı. Babam “bir haftadır hasta yatıyor, iyi ki bir şey olmadı, niye gös-terdin sanki”, annem “ben gösterdim sanki oynuyordu dışarıda, nerden bilim baktığını, gerçi benim bile aklımdan çıkmıyor”, babam “unutur belki” diyordu. Unuttum bile aslında gelinin köpükler saçılan ağzının kırmızı rujla nasıl göründüğünü, küçücük olan başının düğünde iki katı büyüklükte olduğunu, unuttum göz kapaklarını kaldırınca beyazı görünen gözlerinin nasıl göründüğünü, unuttum siyahlaşacak kadar morarmış yüzünün nasıl güldüğünü. Annemin gelini koydukları çarşafın ucundan tutup taşımaya çalıştığını. Unuttum belki de bir hafta önce çocuk olduğumu. Annem “on beş gün oldu yataktan çıkmayalı, hadi arkadaşların çağırıyor, oyna biraz” diyordu. Arkamı dönünce “hadi gidiyoruz senin çıkacağın yok” deyip, beni kucağına aldı. Birlikte beş katlı evin merdivenlerinden çıkmaya başladık, Nebahat teyzenin ziline bastı annem: “Nebahat abla kız damdan aşağı bakmak istiyor, uykusunda sayıkladı, çıksak da bir baksa” diyordu. “Zaten geçen yakaladıydım, çıkak da baksın madem” dedi Nebahat teyze. Annemin kucağında çıktığım beş katlı evin damından baktığım sokağımız eski haline dönmüştü. Kadınlar temizlik yapıyor, adamlar işlerinde, çocuklar büyüyor, anneme sarılıyorum, hayat normale dönüyor.