GÜNDEM EDEBİYAT ESERİ ÜZERİNE

HASAN ÖZTÜRK’ÜN “GÜNDEM EDEBİYAT” ADLI ESERİNDE EDEBİYATA PANORAMİK BİR BAKIŞ


Hatice BARAN



   2017’nin Ekim ayında (Önce Kitap Yay.) yayımlanan “Gündem Edebiyat” adlı eser Hasan Öztürk’ün edebiyat incelemesi adına yaptığı ilk çalışma değildir. Lisans eğitimini Edebiyat üzerine yapan Öztürk, edebiyata olan duyarlılığını diğer eserlerde gösterdiği gibi bu eserinde de açıkça ortaya koyar. Eserinde edebiya-tı, edebiyat eserlerini ve yazarları dört bölümden oluşmak üzere irdeleyen Öztürk, hem Türk hem de dünya edebiyatından birçok eser ve yazarı ele alır. Birinci bölüme “Çerçeve” adını veren yazar, bölümü kendi içinde deneme şeklini andıran metinlerden oluşturur. Bu metinleri özetlersek; edebiyatın kötülük kavramını çürütme eğilimde olduğunu dile getirir. “Kötülüğün mümkünlüğü, iyiliğin koşuludur.

   Kötülüğün güçle bastırılması ya da yok edilmesi büyük bir kötülük olacak ise gerçekten, sanat bir umut olabilir bizim için.” Öztürk “Kardan Adam” adlı öyküsünü başlatırken Tarık Buğra’nın; “Öyle bir insan yaratmak istiyor ki; bu insan bütün insanlığın küçülüşlerine, iğrençliklerine teselli olsun” dizeleriyle dünyanın kötülüğü karşısında direnen edebiyatı gözler önüne serer ve duyarlılığa davet etmek adına bu sözleriyle devam eder: “Kerem Misali” her birimiz, “Ben yanmasam/sen yanmasan/biz yanmasak/ nasıl/ çıkar/ karanlıklar/ aydınlığa…” sormalı değil mi kendine insan?” (s.10-15) Çevre ve edebiyat ilişkisine değinen yazar, sosyal bilimcilerin edebi eserleri lüks bir meta olarak görmesinden hayıflanır. Edebiyatın toplum adına yararlı işlevlerinin varlığı yadsınamaz bir gerçek bunun bilinmesi açısından Öztürk, çevre/kültür alanında birçok eseri özetler(Beş Şehir, Son Kuşlar, Mürdüm Erikleri, Faust ’un Mürekkep Lekeleri …) “1270’de Yirmisekiz Çelebi Mehmet’in Sefaretname kitabı da şehir/çevre kültürünün o zamanlarda gözümüzü kamaştırmasının işareti değil midir?” diyerek tarihi gerçekliklerle destekler görüşünü (s.17). Zaten edebiyat tabiattaki var olan doğal güzelliği, kültürü ve toplumu birer esin kaynağı olarak gören dipsiz bir kuyu değil midir? 1860’larda Şinasi öncülüğünde gelişen gazete-edebiyat münasebetine ve iktidar karşısındaki güçlü duruşuna değinerek günümüzde gazetelerin edebiya-ta olan bakış açısındaki değişime ve gazetelerin tüketim malzemesi haline gelmesine güçlü bir eleştiri sunan Öztürk; “Gazetelerin, yazarlarıyla ‘duruş/kimlik’ kazandığı günler vardı. Edebi dilin özeniyle yazdıklarıyla okuma zevkimizi arttıran az sayıdaki köşe yazarı umut kaynağımızdır” der.(s.22). Teknolojik araçların çoğalması, (televizyon, telefon, bilgisayar...) gibi aletlerin ortaya çıkıp gelişmesiyle okur oranında daha da düşüş gerçekleşmiştir. Aile, okul ve en çok da edebiyat öğretmenlerinin bu konuda gençlere yol göstermesi gerekir. “Medyatik/teknolojik araçların kuşattığı bugünün evlerinde bırakınız sanat ve edebiyatı, çok-lukla günlük sohbetin bile yeri kalmamıştır”(s.26).

   Edebiyata zira en çok gençlerin ihtiyaç duyduklarına ama yaptıkları birçok etkinliğin çevre tarafından küçük görülmesi, ailelerin sözel dersleri önemsememesi gencin edebiyat zevkini zamanla öldürdüğüne ve bir edebiyat dergisini çıkarmak isteyen gence ülkemizde pek gereken alakanın, ekonomik desteğin gösterilmediğini söyler. “Gençlere daima üretken ve iyi insan olmayı önerenler, onlara bir türlü yardımcı olamıyor ne yazık ki. Hemen her şehirdeki üniversitede Türk-çe/Edebiyat bölümleri var buna karşılık pek çok şehir-de edebiyat dergisi satılmıyor bile” (s.27). Gençleri tüketim kültürünün içinde varlığını devam ettiren nesnelere dönüştüren sistemi eleştirir. Öztürk, eseri-nin ikinci bölümünde “Öykü, Roman ve Tiyatro” başlığı ile karşılar okuyucusunu. Öykü, roman ve tiyatro gibi edebi türlerden metinleri inceleyen Öztürk; her metin edebiyatın içinde bocaladığı ve ele aldığı sorunları irdeleme açısından çok yönlü bir içeriğe sahiptir. Gramofon ve Yazı Makinası adlı öyküyle; matbaanın icadı ve teknolojinin hüküm çağı ile birlikte yazarların editör denetimi ve beğenisi kaygısıyla özgünlüklerini yitirmelerinden dem vurur. Muharrir adlı oyunda yazarların ekonomik kaygıları ve toplumun edebiyatı hor görmesi sonucu edebiyatın kaybettiği değeri irde-ler “Tok da olsa karın, güdüktür edebiyatsız insan”(s.74). Seyrek Yağmur romanında bir kitapçının esnaf kültürü içinde var olma mücadelesini anlatır. Okuma oranımızdaki düşüşe ve edebiyata olan ilgisizliğimize Tanpınar’ın sözüyle acı gerçeğimizi gözler önüne serer; “Türkiye, evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olma imkânını vermiyor”(s.69). Daha birçok edebi metni sorunlar açısından incelerken karşılaştırmalı edebiyattan da yararlanması anlatımına ayrı bir zenginlik kazandırır ve bu edebi eserleri farklı açılardan ele almasıyla da okuyucusunun ufkunu açmaktadır. Yazarların var olma mücadelelerini eser-leri üzerinden anlatıldığı görülür.


   Kitaplar İçin; eser incelemelerini içeren bu bölümde kitapların dönem koşullarını yansıtması, bir edebi- tarihi kaynak niteliğinde olması ve Narsisizmin yazarların yaratıcılıkları, özgünlükleri açısından ne denli etkili olduğuna dikkat çeker. “Bu ülkede neden muharrir yetişmiyor?” Sorununa açıklık getirilmeye çalışılır. “Neden kitap okuyoruz, neden şiir okuyoruz?” Sorusuna; varlığımızı sıradanlıktan kurtarmak, hayatı farklı anlamlandırmak ve renksiz dünyamıza renk katmak için diye cevap verir Suut Kemal Yetkin” (s.23). Tespiti çok yerinde dünya ancak hayal gücünü sınırlarını aşmakla, farklı açılardan bakmakla çekilir hale gelir ve bunu edebiyat bize bütün çıplaklığıyla sunar.

   Varlığı Yazı Olanlar adlı son bölümde Sait Faik, Sabahattin Ali, Refik Halit Karay, George Orwell ve şair Puşkin gibi isimlerin eserleri ile iktidar karşısında var olduklarına ve birçok sorunla karşılaşmalarına rağmen bu tutumlarını ömürleri boyunca sürdürdüklerine değinir. Refik Halit, İttihat Terakki döneminde Sinop’a Cumhuriyet döneminde ise Beyrut’a sürgün edilmesinden dolayı iktidarla olan ilişkisinde bir yumuşama sezilir: “Refik Halit, bundan sonra ölçülü diliyle yazan ve kalemiyle geçinen yazar kalmaya özen gösterir. 1942’de, gençleri uyaran yazısındaki “politikaya dair fikir yürütürken- fikir varsa şayet sağı solu kollamak, falsodan kaçınmak ve iş açmaktan çekinmek, her şeyden evvel, bir vicdan ve milli selamet kaygusudur” sözü, onun kendisine pahalıya mal olan deneyiminin ürünü olmalı”(s.119). Öztürk’ün eserinde birçok kez iktidar ve edebiyatın çatışmalarını eserler ve birçok yara almış yazarlar üzerinden geniş çapta irdelediği görülür. Öztürk; öykü, roman ve tiyatro türlerini, gerek Türk edebiyatı gerekse de dünya edebiyatının yapı taşlarını oluşturan yazarları geniş bir perspektif ile inceler. Edebiyat dünyasındaki sorunlara ve sorunların işleyişine ışık tutar, bunun yanında edebiyatın bireysel ve toplumsal hayattaki işlevini de sorgular. Değinmeye çalıştığımız Öztürk’ün çalışmasının yanında okyanusta damla niteliğindedir. Hâlbuki bu tür çalışmaların önemi fark edilmeli ve bir edebi hazine niteliğinde olduğu gözlerden kaçmamalıdır.

Yorumlar - Yorum Yaz