ÖYLE BİR GEÇER ZAMAN Kİ


ÖYLE BİR GEÇER ZAMAN Kİ



Fatma DAĞLI




   Maharetli ellerinden dökülen ve yılların tecrübesiyle lezzetlenen yemeklerin yer aldığı sofrayı gururla izledi. Her zaman olduğu gibi tam vaktinde yetiştirebilmişti her şeyi. Yorgun yüzünde sevdiklerini mutlu edecek hazırlıkları yapmış olmanın verdiği tatlı bir huzur vardı. Başını yan tarafa çevirdiğinde Halim Bey’in müşfik bakışlarıyla karşılaştı. Yüzü mahcup bir tebessümle aydınlandı. Ağır adımlarla ilerleyip Halim Bey’in karşısındaki koltuğa oturdu. Yıllar boyunca acı tatlı ne hatıralar biriktirmişlerdi. Ama birbirlerine duydukları saygı ve sevgiden hiçbir şey yitirmemişlerdi.

   “Eee bey, birazdan kapıyı çalarlar değil mi?” dedi heyecanla...

   Halim Bey onaylar şekilde başını öne eğdi. Az sonra zilin sesini duyan Neriman Hanım yaşından beklenmeyen bir çeviklikle yerinden kalkarak kapıya yöneldi. Kapıyı açmadan önce durdu. Mürdüm renkli kadife elbisesini basenlerinden tutarak aşağıya çekiştirdi. Biraz kilo almıştı galiba. Bunu pek önemsemiyor gibi davransa da yüzünde hafif bir hoşnutsuzluk belirdi. Saçlarını elleriyle düzeltti ve gülümseyen yüzüyle kapıyı ardına kadar açtı. Serin havayla birlikte içeri doluşan torunlarının sesleri bir anda nicedir sessizlikten sıkılmış olan duvarlara çarpıp neşeli yankılar oluşturdu. Çocuklarını teker teker hasretle kucakladı. İşte yine bir bayram sabahı tüm aile bir araya gelmiş, sofra başında toplanmışlardı. Halim Bey her zamanki yerine -masanın başına- oturmuş, kâh etrafında dönüp duran torunlarını seyrediyor, kâh hasretle çocuklarının yüzünde dolaştırıyordu bakışlarını. Çatal kaşık şıkırtıları, neşeli sohbetler ve şen kahkahalar evin her yerini doldurmuştu.

   Zaman nasıl da su gibi akıp gidiyordu. Gurup vakti sessizce gelip sinmişti evin her köşesine. Neriman Hanım’ın içine bir burukluk çöktü birden. Sessizleşmişti ortalık. Etrafına bakındı, kapı aralıktı.

   Ne ara gitmişti çocuklar?

 Neriman Hanım kaskatı kesildiğini fark etti. Oturduğu koltuktan yavaşça kalkmaya çalıştı. Dizleri kilitlenmişti adeta. Doğruldu. Hiç bozulmamış sofraya ilişti bakışları, sonra Halim Bey’in “üzülme” diyen yüzüne. Zorlukla yürüdü, açık kapıdan bahçeyi süzdü hüzünlü gözleri. Son rüzgâr dalgası içeriye birkaç yaprak sürükledi. Eğildi ve yerdeki yaprakları özenle toplayarak Halim Bey’in son okuduğu kitabın sayfaları arasına yerleştirdi. Halsiz bedenini sürükleyerek pencerenin önündeki berjere oturdu. Karanlık iyice çökmüştü.

   Sokak lambalarının yaydığı ışık huzmelerini izledi bir süre. Sonra tanıdık ve yabancı yüzlerin geçişini, komşu kapılarının açılışını, kapanışını, kedilerin çöp bidonlarına girişini ve çıkışını izledi. Tam perdeyi kapatacakken, bir şarkı duydu derinden…

   “Günlere bakarsın katı katı üzerine çekersin perde
Yoldan geçenler var da her akşam gelenler nerde
Kara yazı yazıldı sanma insanın da kaderi böyle
Öyle bir geçer zaman ki …

   “İlahi Halim Bey” dedi. Sesinde belli belirsiz bir sitem vardı. “Yine mi koydun o plağı?”

   Gözlerini yoldan ayırmadan dinledi şarkıyı. Evlerin lambalarının birer birer sönüşünü izledi sonra. Her sönen ışık hayatından kayan bir yıldız gibi içini acıtıyordu. Derken ürkütücü bir sessizliğe büründüğünü fark etti sokakların. Ne gelen vardı artık ne giden… Neriman Hanım başını çevirdiğinde Halim Bey’in şefkatli bakışlarıyla karşılaştı. “Beni seyretmekten bıkmadın mı?” dedi Halim Bey’ e nazlanarak. Kalktı.

   “Dinlenmen lazım artık, haydi yatalım” dedi Neriman Hanım. Kol kola girerek ağır adımlarla, ahşap merdivenlerin gıcırtıları eşliğinde üst kata çıktılar. Neriman Hanım perdeleri özenle kapattı. Beyaz pamuklu geceliğini giydi. Ahşap gardırobun kapağını açınca her zamanki gibi yemyeşil ormanların derinliklerindeymiş gibi hissetti kendini. Sadece özel günlerde giydiği mürdüm renkli kadife elbisesini Halim Bey’in çam kokan lacivert takım elbisesinin yanına özenle astı. Gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı. Dudakları belli belirsiz kıpırdandı. Yavaşça yatağın kenarına oturdu. Maziyi ve bugünü düşündü. Gelecekle uzun zamandır ilgilenmiyordu zaten. Ne günler gelip geçmişti. Her şeye rağmen içinde tarifi imkânsız bir huzur vardı. Yastığına kafasını koyar koymaz Halim Bey’in yattığı tarafa döndü. Karanlığın örttüğü yüzü görmeye çalıştı. İşte ordaydı.

   Halim Bey’ in seyrelmiş saçlarında, kırlaşmış sakallarında titrek parmaklarını dolaştırırken;
   
  “Bana hatırlayacak güzel anılar bıraktığın, elimi bir ömür bırakmadığın, sevildiğimden bir an bile şüpheye düşürmediğin, her zaman yüreğinde olduğumu hissettirdiğin, gönlümü kırmadığın için sana çok teşekkür ederim can yoldaşım, sırdaşım…” dedi. Halim Bey gülümsüyordu.

   Neriman hanımın yorulan kolu yanı başındaki soğuk yastığa düşünce buruşuk teninde yalnızlığın ürpertisini hissetti yeniden. Gözlerinden sızan damlalarla yatağın boş tarafına bakarken;

   “Sesini, nefesinin sıcaklığını ne çok özledim bilsen” dedi.

   Yutkundu. Kimsesiz gecelerin damıttığı katran karası bile iki kişilik yalnızlığına merhem olamıyordu artık. Yılların yorgunluğunun kaya olup çöktüğü göz kapakları yavaşça kapandı.