BOZ AYIYLA YAŞAMA



SORULARIN KISA TARİHİ VE BOZ AYIYLA BİRLİKTE YAŞAM REHBERİ



Mustafa YILMAZ




   Aşağı yukarı herkesin sorulacak her soruya verilecek bir cevabı var. Meno diyaloğunda "söyle evladım, bunun gibi şekillerin kare olduğunu biliyor musun?" diye başlayarak bir köleye pek çok zincirleme soru soran, aldığı kısa yanıtları yeni sorularla açarak köleyi bilgi sahibi olmadığı bir konuda doğru sonuçlara götüren Sokrates, bilginin aslında kişide var olduğunu ancak doğru sorular sorulduğunda açığa çıkacağını göstermek ister. Bilginin, yani soruların cevaplarının kısa hikâyesi böyle. Peki, sorunun hikâyesi ne? Neticede genç adama, efendisiyle konuşmakta olan bir adam dışarıdan hap olarak vermektedir bu soruları.


   Antik Yunan'da filozof olmayan birisi; yirmili yaşlarında, küçük burjuva, bunalımda Mehmet de uzay-zaman eğrisinin bambaşka bir yerinde -mesela Ankara'da diyelim- bazısı havlayarak kovalayan, bazısı da sabitken hırlayan birtakım korkutucu sorulardan kaçmakta ve bu şekilde kendi yolunu çizmektedir. Günü kurtarıyor olsa da, bu telaşla adımladığı yolun iki nokta arasındaki en kısa yol olmadığı konusunda Mehmet bizimle aynı fikirde olacaktır. Fakat bu kocaman gezegenin zaten yuvarlak olduğu düşünülünce ayak bastığımız zemin üzerinde gerçekten doğru bir yol çizilemeyeceği kesin. Bunu ilk insanın dünyaya düşme hikâyesiyle de düzlemsel geometriyle de açıklayabiliriz.

   Asıl soruya dönelim: Sorular nasıl ortaya çıkar? Midemizde topladığımız yılların getirdikleri, biraz çalkalama ve biraz da zamanın yardımıyla, hesaplanamayan anlarda soruları doğuruyor olmalı. Bilinç dışında bastırılmış onca malzeme, bilinç eşiğini aştığında yeni soru işaretleri olarak ipe asılıyor. Bütüne bakıldığında, geçmiş günleri ve yaşananları öğütüp önümüzdeki bakir arazide asfalt yol yapıyoruz bir bakıma. Yolun nereye gideceğini de elimizdeki sıcak sorular belirliyor.

   İster kendi doğurduğumuz sorular olsun, ister üzerimize ateş edilmiş sorular, bir kez ortaya çıktıklarında oyunu tamamen değiştirirler. İnsanın temellerini yıkar ve yeni bir insan, hatta yeni diğer insanlar, yeni bir dünya yaratırlar. Soru işareti kendini bir kere açık ettikten sonra her şey yeniden kurulur. Zarlar yeniden atılır. Nemini taşıdığımız ırmak bile artık başka bir ırmaktır, tanıdık gelmez insana.

   Görülen şeyi “görmemiş gibi” yapmak mümkün olmaz, malum. Daha doğrusu, görmemiş "gibi" yapmak mümkündür ama görmemek veya görmeyi geri almak imkân dâhilinde değildir artık. Benzeri bir durum -hatta daha kuvvetlisi- kişinin içinde mahiyeti bilinmez reaksiyonlar sonucu bir şekilde ortaya çıkan sorular için geçerlidir. Bunlar insanın iç çeperlerinde yankılandıkça kuvvetlenir ve gün geçtikçe daha rahatsız edici olur. Hem eylemsizliğe meylimizden hem de korkularımızdan dolayı mührü kırıp onunla yüzleşmekten kaçarız. Çınlayan, dengesi bozulmuş dev bir kulak olarak yaşamına devam eder insan.

   Sürdürülemez. Bu çocuksu görmezden gelme oyununu bırakıp zihindeki soruyu dile indirmedikçe huzurdan söz edilemez artık. Bir elektron vermeden veya almadan rahatlaması mümkün olmayan titrek bir iyon olur insan. Karnında bir zamandır olanca yüküyle gezdirmekte olduğu bir fazlalığıyla veya kovuk olarak içini üşüten bir eksikliğiyle yüzleşme günü bir şekilde gelip çatmıştır. Nefes burundan alınır ve ağızdan yavaş yavaş verilir.


   "Beklenmedik bir şekilde bir boz ayıyla karşılaşırsanız;
- Sakin olmaya çalışın. Ani hareket etmeyin, boz ayıdan uzaklaşmak için asla koşmayın. Arkanızı dönmeden, yavaşça yürüyerek uzaklaşın.
- Boz ayıyla çok yakın mesafede karşılaşırsanız ve üstelik hayvan yoluna devam etmiyorsa, olduğunuz yerde durun, normal bir ses tonunda konuşun ancak kesinlikle gözlerinin içine bakmayın.
- Boz ayı saldırıya geçerse parmaklarınızı birbirine kenetleyip ellerinizi boynunuzun arkasına koyun ve cenin pozisyonu alıp ölü taklidi yapın. Bu şekilde yüzünüzü ve iç organlarınızı koruyabilirsiniz."

(Boz Ayıyla Birlikte Yaşam Rehberi 7/12/2017)