NOBEL EDEBİYAT ÖDÜLLERİ



NOBEL EDEBİYAT ÖDÜLLERİ VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ


Selim TUNÇBİLEK


Bilindiği üzere dünyada edebiyat armağanları içerisinde, en popüler ödüllerin başında Nobel armağanı gelmektedir. İsveç Kraliyet Akademisi tarafından her yıl altı değişik dalda ödül verilmektedir. Bu ödüller; fizik, edebiyat, kimya, tıp, iktisat ve barış alanında verildiği yılın seçkinlerine işaret etmektedir. Verilen bu ödüller içerisinde belki de dünyada en fazla alaka uyandıran alan edebiyat sahasında verilen ödüldür. İlk olarak 2006 yılında Nobel Edebiyat Ödülünü ülkemizin tanınmış romancılarından Orhan Pamuk almıştır. Bu ödül yazarıyla birlikte ülkemize de buruk bir sevinç yaşatmıştır. Ödülün ülkemiz yazarlarından birine verilmiş olmasıyla yaşanan buruklukla ilgili detay-lara şimdilik girmeyi doğru bulmuyorum. Zira ödül alanın, zaman içerisinde söylediklerinden ziyade yazdıkları daha kalıcı olacak, ondan da öte ‘Türk yazarı’ sıfatı her okuyanın hatırladığı en vurguya değer öge olarak kalacaktır.

Dünyada Nobel Ödülleri adıyla bilinen bu armağanlar nasıl verilmeye başlanmış ve niçin verilmektedir?

Adına ödül verilen Alfred Nobel, iflas etmiş bir ailenin çocuğu olarak 1833 ‘de Stockholm’de dünyaya gelir. Nobel ailesi iflasın ardından 1837’de Finlandiya’ya, oradan da 1842 yılında Rusya’ya göç ederler. St. Petersburg’a yerleşen aile ticaretle uğraşmaya başlar. Baba Nobel, Rus ordusuna silah üretim işine girişir. Küçük Alfred Nobel özel öğretmenler tarafından eğitilir. On yedi yaşına geldiğinde beş dili çok iyi konuşma yeteneği kazanır. Fizik ve kimya eğitiminin öneminin artmasıyla birlikte onun mühendis olmasını isteyen babasına rağmen O, İngiliz edebiyatına ve şiire ilgi duymaktadır. Kimya mühendisliği eğitimi için iki yıl süreyle çeşitli ülkelere eğitime gider. Paris’te bulunduğu süre içerisinde dönemin ünlü kimyageri T.J. Peleuze’nin laboratuarında çalışma fırsatı yakalar. Bu arada çok güçlü patlayıcı sıvı olan Nitrogliserin’i keşfeden İtalyan kimyager Ascanio Sobrero ile tanışır. Kırım savaşının sona ermesiyle birlikte Rus ordusu bu aileden silah almayı keser. Gelir kapıları ciddi şekilde kapanır. Böylece aile bir kez daha iflas eder. Baba Nobel iki oğlunu (Alfred ve Emil) yanına alarak Stockholm’e geri döner.

Alfred Nobel nitrogliserinle ilgili çalışmalarına 1863 yılından itibaren Stockholm’de devam eder. 1864 yılında çalışmalarını yürütürken bir patlama olur Alfred’in kardesi Emil bu patlamada ölür. Kardeşinden hariç üç kişi daha bu patlamada hayatını kaybeder. Çalışmaları yasaklanır. Araştırmalarına devam eden Alfred Nobel 1865 senesinde ilk fabrikasını kurar. Ardından bir süre sonra ikinci fabrikayı da üretime geçirir. Araştırmaları sonucunda dinamit barutunu bulur. Ürettiği patlayıcıların savaşlarda kullanılması sebebiyle şimdiye değin milyonlarca insan hayatını kaybetti. 1896 yılında bir beyin kanaması sonucu Alfred Nobel öldü.

Adına verilen Nobel Ödülü, 27 Kasım 1895 tarihli ve 30 Aralık 1896 tarihinde Stokholm'de açıklanan vasiyetnamesiyle Alfred Nobel tarafından kurulan derneğin verdiği, insanlığa hizmet edenleri ödüllendirmek amacını taşıyan önemli bir ödüldür. Nobel'in bu vasiyeti önceleri büyük tartışma yarattı. Ancak 1900 yılında İsveç hükümetinin Nobel Vakfı'nı kurmasıyla, Nobel Ödülleri düzenli olarak verilmeye başlandı. İlk Nobel Ödülleri 1901 tarihinde verilmeye başlanmıştır. Daha sonra 1968'de İsveç Bankası, Alfred Nobel'in anısına bir ekonomi ödülü vermeyi kararlaştırdı; ödül ilk kez 1969'da verildi. Dolayısıyla beş alanda verilmeye başlanan ödül o günden bu yana verilmektedir. Dünya savaşlarının yaşandığı dönemlerde bu ödüller verilmemiştir. Adına verilen bu ödüllerin kaynağı Alfred Nobel’in buluşunu gerçekleştirdiği, ürettiği ve sattığı patlayıcıların gelirlerinden elde edilen bir fonla sağlanmaktadır. Dolayısıyla bu ödüller her yıl kimin aldığından da öte bir boyutta tartışılmaktadır. Bu ödüllerin verilmesiyle dünyada ilim ve ede-biyat sanki ideolojik bir tasnife tutulmaya başlanmıştır. İşin bu boyutu ile verilen ödüller de sorgulanmaya başlanmıştır. Ödül verilen şahısların eserlerinden ziyade verilme gerekçeleri ile birlikte asıl yan siyasi etkenler dikkate şayan bulunmuşlardır.

Özellikle edebiyat sahasında verilen ödüller, yaşadıkları ülkelerde toplumla barışıklık kuramayan ve hatta kimi zaman yaşadıkları topluma saldırgan tavır sergileyenlere verilmiştir. Ödül bu cephesiyle tartışma yaratırken bir de ödüle layık görülenlerin ödülü reddetme gerekçeleri ile tartışma konusu haline gelmiştir. 1958’de tanınmış yazarı Boris Pesternek’a verilen ödülü Rus vatandaşlığından atılacağı korkusu ile kendisi tarafından reddedilmek zorunda bırakıldı. 1964 yılında Fran-sa’dan J. P. Satr’e verilen ödülse dış etkenlerden bağımsız olarak yazar tarafından reddedildi. Ret gerekçesi olarak da yazar; “evinde ödül için yer olmadığını” söyledi. En çok tartışılan isim ise hiç şüphesiz 1953'te Nobel Edebiyat Ödülü'nün sahibi ilan edilen Churchill oldu. Ödül, siyasi ölçütlerle verildiği gerekçesiyle çok fazla eleştiri aldı. Çünkü Winston Churchill'e "yüksek insani değerleri savunan konuşmaları" nedeniyle bu ödül verilmişti. Oysa Churchill'in Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngiltere'nin Irak'ı işgali sırasında çıkan ayaklanmaları bastırmak için zehirli gaz kullanılmasını "Uygar olmayan kabilelere karşı zehirli gaz kullanılmasını şiddetle destekliyorum" sözleri büyük yankı uyan-dırmıştı. Dolayısıyla bu sözlere de ödül verilmiş oluyordu. Churchill’in derinlikli bir edebi kişiliğinin olmaması ise ayrı bir tartışma konusuydu.

Ödülü aldıktan sonra hiç roman kaleme almayanlar da, ödülden sonra yazanlar da yazdıklarıyla ve dünya edebiyatında baş tacı edilip hiç ödül verilmeyenler de Nobel Edebiyat Ödüllerinin tartışılan başka yönleriydi. Bizim bu yazımız için asıl ilgilendiğimiz konu ise edebiyat ödülleri dağıtımında ödülleri alanlar tarafından yapılan konuşmalardı. Böylesine önemli bir ödül töreninde, dünyaca ünlü edebiyat adamları nelerden bahsediyorlardı? Dünyada gündem ne iken, Nobel Edebiyat Ödüllerinin gündeminde nelerden bahsediliyordu? Elbette ki verilen ödülün değerini ödül verilen şahsiyetlerin konuşmaları ve filleri de artıracak veya eksiltecektir. Nobel edebiyat konuşmaları ayrıca bütün dünyada ilgi uyandıran metinlerden biri olup merakla beklenmektedir. Ödülün açıklandığı andan itibaren törenin yapılacağı ana kadar geçen süreçte armağanı alan şahsın nelerden bahsedeceği merak konusu olmaktadır. Bu durum konuşmanın önemini daha da artırmaktadır. Nobel konuşmaları her yıl yapılması açısından da bir gelenek ve beklenti oluşturmaktadır. Nobel konuşmaları özü itibarıyla de bir teşekkür konuşmasının ötesinde hem yazarın kendini ifade etme biçimine, hem de dünyadaki yaşanan yakın ve uzak gelişmelere dikkat çekme özellikleri taşımakta, dolayısıyla felsefi derinlikler içermektedir. Bu derinliği sebebiyle daha da ilgi odağı haline gelmekte olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Dünya düşünce çevreleri Nobel konuşmalarını dikkat ve ilgi ile takip etmekteler. Görsel ve yazılı dünya basını bu konuşmalara özenli yer ayırmakta, değişik noktaları ile haftalarca tartışılmaktadır. Öncelikle yüzeysel başlayan tartışmalara dünya entelektüel çevrelerin de katılmasıyla fikri derinliği ve genişliği olan boyutlara doğru yol alabilmektedir. Bu yola giren Nobel konuşmaları ise daha çok siyasi metinler olmak zorunda kalıyor. Bundan ötürü konuşmacıyı suçlamak ne derece doğru olur bilemiyorum. İnsanlığın almış olduğu yola işaret eden bu konuşmalar her şeyden önce bir edebiyat konuşmasıdır. Harold Pintar’ın kendi eserlerini yaratısı üzerine yaptığı konuşma dünyanın nasıl şekillendiğine ilişkin ipuçlarını zekice verir. Konuşmasını en uzun tutanlardan biridir. Konuşma metninin başlığı önemli midir bilinmez ama son sözü insanlığın aldığı yolla ilgili ilginçtir: “Yitirmekte olduğumuz şey; insan onurudur.” İkazıyla konuşmasını bitirir. Bu ikazla o günden bu yana hangi Nobel konuşmasında insan onuruna temas edilmiş bakma gereği duymak zorunda kalıyoruz. Her şeyden önce insanı yok etmeyi amaçlayan bir buluşun sonucu olan gelirlerle bir ödül veriliyorsa hangi insan onurundan bahsedilebilir? Önce Harold Pintar’ın cevaplaması gereken soru bu olmalıydı. Bu soruyu cevaplamadan ödülü alan yazar insan onuruna nasıl bir katkı sunmuştur, araştırılmaya değer bir sorudur.

Bu yıl edebiyat ödülleri altı yaşında ülkesinden göç etmiş bir edebiyatçıya verildi. Nobel Ödüllerinde dilin önemi, yazarın dil kullanımı sürekli vurgulanırken niçin dilin sunduğu imkânların da ne biçimde ödüllendirildiği göz ardı edilir. Bu çerçeveden bakınca kaç dilde Nobel verildiği ayrıca üzerinde durulması gereken merak olarak zihnimizi kurcalamaktadır. Orhan Pamuk ödüllendirilirken “Türkçenin dil olarak ne denli dikkate alındığı” düşünülmesi zorunlu bir soru değil mi?