MAVİ GÖLGE


MAVİ GÖLGE


Melike ÇELİK



   Bir perdenin ardına düştü gönlüm. Günlerdir o perdenin arkasına saklanan koca dünyayı arıyorum. Hani perde gizlerdi, örterdi bütün mahremleri? Ses ve şekillerden oluşan o dehlize düşürürken beni, marifeti dilediğini saklayıp dilediğini yansıtmakmış meğer. Bense gördüklerimin ötesinde görünmeyene talibim şimdi. Kalbimin şavkı o perdenin ardında yandı ve ben şimdiye dek yalnızca gösterilenle yetinmiş olduğumu gördüm. Hiç aralanmayan bir perdenin ötesinde bir gölgenin esiri oldum.

   Başlangıçta sadece bir oyundu benimkisi, tıpkı çocukluğumdaki gibi. Her okul çıkışı babamın terzi dükkânına uğrar, deniz gözlü kadının yolunu gözlerdim. Yalnızca bir hayranlıktı hissettiğim, bizim oralarda mavi göz olmazdı. Nasıl bakar, nasıl görür diye merak ederdim dünyayı. Gözlerinin değdiği her yere ferahlık konmaz mıydı mesela? Ya gözlerinden akan yaşlar, hep açık denizlerin kokusunu mu taşırdı? Oysa bizim oralarda deniz de yoktu ve benim denizlere hasretim o zamanlar sık sık dükkânımıza gelen mavi gözlü kadınla başladı. O da deniz olan bir memleketten gelmiş olmalıydı. Yoksa nasıl bulurdu masmavi gözlerine sebep? Hayranlığım zamanla derin bir tutkuya dönüşmüştü. Yaşıtlarımın gün be gün değişen aşklarıydı belki de beni bu dipsiz mavi kuyuya düşüren. Ben de âşık olmalıydım, onlar gibi, herkes gibi. Kalbimdeki kıvılcımların hepten harlanıp beni günden güne erittiği günlerden bir gün onun bir daha gelmeyeceğini öğrendim. Gitti, dediler, tayini çıktı, başka şehre gitti. Nereye diye bile soramadı dilim. Yepyeni duygular tatmıştı artık kalbim, şakıması yedi cihanı dolaşıp tüm kulaklara aşk nağmeleri doldurabilirdi. Ama gitti demişlerdi. Hiç bilmediği bir kalpte gölgesini bırakıp gitmişti. Zamanla o gölge de büyüdü benimle, ona renkler ve sesler yakıştırdım hiç durmadan. Deniz kabuklarının gürültüsüne sakladım meltem meltem esen sedasını, mavinin her tonuna boyadım hiç yorulmadan benimle dans eden hayalini.

   Perde aralanır mı bir gün, hiç bilmiyorum. Geldiğim günden beri karşı pencereden ayırmıyorum gözlerimi. Tek göz odanın içinde dolanıp duran gölgenin peşinde akıyor ruhum. İlk günler yalnızlığıma çare, kendimle oynadığım ufak bir bilmeceydi benim için. Gölge kadın birazdan masadan kalkacak ve koltuğa uzanacak sonra biraz kitap okuyacak. Bu akşam canı çay değil de bol köpüklü bir kahve isteyecek. Peki, her akşam saatlerce ne yazıyor olabilir? Okyanuslara açılan kaptan sevgilisine inci gibi harfleri sıralayarak özlemini yüzdürüyor belki de. Ya da yaşayamadığı hayatı bir romanda canlandırıyor. Lambası her gün aynı saatte yanıyor ve sabaha kadar hiç sönmüyor. Yoksa o da mı yalnız benim gibi bu sahil kasabasında? O da mavi bir gölgenin peşinde mi sürüklüyor bedenini yıllarca?

   O gittikten sonra çok şey değişti hayatımda. Çeşit çeşit insanlar tanıdım kokusu bile yabancı şehirlerde; nice limanlar gördüm, yeni sevgililer edindim ama hep uzak durdum mavi gözlü olanlardan. Bir gün bırakıp giderler diye ürktüm belki de. Ah giden olmak ne kolaydı kim bilir, geride kalmaksa nasıl hoyrat bir can acısı… İşte bu yüzden gölgesi tutsak etti beni çoğu zaman ait olmadığım başka sevdalara. Onu tanımasaydım yine kolay kolay çıkamaz mıydım düştüğüm kör kuyulardan, bilmiyorum.

   Bazen kendimi Zebercet gibi hissediyorum. Hiç gelmeyecek bir kadının peşinden ne kadar bekleyebilirim diye soruyorum kendime. Sabrım ömrüme galip gelir mi? Oysa ben hiç beklememiştim ki. Geride kalmak beklemeyi gerektirmezdi çoğu zaman. Ben onun gölgesinde yaşamayı seçmiştim, varlığını aramak gereksizdi bana göre. Şimdi ise tek isteğim karşıdaki perdenin aralanıp gölge kadının suretine kavuşmak. İnsan hayallerinde ne kadar özgürse gerçekler o kadar kanamalı olur ya yine de artık gölge oyunlarında seyirci kalmaktan yoruldum. Kim bilir az sonra perde aralanır, mavi mavi gülümser bana. Ve ben biriktirdiğim tüm deniz kabuklarını perdemize asar, ikinci bir gölge olurum sokağa açılan küçücük pencerenin denizliğine.

Yorumlar - Yorum Yaz