YÜREĞİMDEKİ HASRETLER



YÜREĞİMDEKİ HASRETLER



Kurtuluş BAŞTİMAR




   Zifiri karanlık bir gece… Herkes uykuda bir ben ayaktayım birde dışarda çırılçıplak ağaç-ların Afrikalı aç bir çocuğun kollarını andıran incecik dalına dolanan rüzgâr. Ne taraftan esi-yorsun rüzgâr. Hangi gurbette ki inşaat işçisinin bir gece vakti, sigarasından başka kimseyle pay-laşmadığı o yaşamdan da ağır hasretini taşıyor-sun. Ama bir dakika, sanki az önce sana karşı söylediklerim de biraz eksiklik var gibi… Sen bu getirdiğin hava da özlem yok sadece. Üşümüş günahsız yüreklerin sessiz feryatları da var. Yoksa İstanbul’un en parlak ve işlek caddelerinde karton kutular içinde uyumaya çalışan, milyarlık çanta bakmaya giden kadınların ya da hayvandan aşağı seviyelere düşürecek zevkleri yaşamaya giden birilerinin, aman ayağımız karton toplamaktan siyahlaşmış ellerine değip kirlenmesin dediğimiz, o elleri karardıkça alınlarında aklaşan onurlu çocukların üşümüşlüğünü mü getirsin bize? Ağrı’nın bir köyünde daha şafak sökmemişken hayvanlarını otlatmaya götüren çobanın işçiliğini taşıyorsun buralara kadar. Ne çok şey taşıyorsun sen, ancak ve ancak Anadolu kızlarına yakışan bir gururla, en ıssız yerlerde açan bir çiçeği dahi yerinden sökemeyecek incelikte isen, nasıl olurda insan çökerten onca ağıtları, türküleri, zılgıtları, acıları ve özlemleri taşıyorsun. Bu arada odanın camını açtım gir hele içeri dertleşelim senle biraz. Vaktin çok yok biliyorum. Daha fikirlerimizin bile ayak numaralarına şahit olmamış yerlere gideceksin. Sana yükleyecek kadar sadakat kalmadı bu diyarda ne yazık ki rüzgâr, sende geldiğim diyarda da kalmadı almaya geldim diyorsun. Nasıl olacak ikimiz de bilmiyoruz. Gel biraz rahatlatayım seni diyeceğim, sana biraz mutluluk, birazcık neşe yüklesek alıp götürsen gülmeyi unutmuş insanların diyarına olmaz mı üstat? Hadi ver diyorsun… Elimi sigarasını ağzına almış ceplerini karıştırıp çakmağı arayan insan misali atıyorum ellerimi hayatın ceplerine ancak cepleri sokulmuş hayatın neresine koyduysam o yalansız mutlulukları bulamıyorum. Dünden kal-ma birkaç sahte gülüş var dudaklarımızda onu da sen taşıyamazsın bırak insanoğlunda kalsın… Seni daha fazla tutmayım rüzgâr. Belli ki sana verecek bir şeyimiz kalmamış. Sen bize ara ara uğra. İsteğim mi? Eserken bu taraflara doğru, Karadeniz’den horon, doğudan halay İstanbul’dan da karton toplamaktan kararmış üşümüş çocukların kirlenmemiş sevinçlerini getir. ..

   Sonra, sonra geçmişim kadar karanlık bir gecenin koynunda yükselen ve gelece dair umutlarım kadar bembeyaz karlarla kuşatılmış bir dağın zirvesinden yalnızlıkları getir. Şuan nerde kış yaşanır bilmem. Ama sen bilirsin başı karlı dağları. Hem bana kalırsa sınırların da pek bir ehemmiyeti yok senin için üstat. Biraz da ülke dışından bir şeyler getir desem çok mu aç gözlülük yapmış oluruz. .. Pencereyi şımarık bir çocuk gibi tokatlamandan belli öfken rüzgâr. Peki ne getireyim sana sinirlerin ötesinden? Feryadını duymadım sanma. Bir gece vakti, özlem alçak bir düşman gibi girmiş ise yüreğinin işgal görmemiş toprağına ve evinin pencerelerinden birini açıp, dirseklerini dayayıp pencerenin altında sigara yakmışsa dilini dinini bilmediği bir ülkenin havasına birileri dünyanın herhangi bir yerinde. İşte o insanın yüreğindeki sadık bekçi olan vatan sevgisini getir mesela.

   Çok gevezelik ettim yine, belki de sen haklısın rüzgâr. Başka isim mi yok bütün sana ısmarladığım bu duyguları düşünmekten başka. Anı yaşamak varken, gününü gün etmek varken. Bırak unutulsun veya yaşanılmasın bu sana getir dediğim duygular, hissiyatlar. Hayat bunca ince düşünceleri kaldıramayacak kadar kirli hesaplarla donuyor.

   İstediği kadar donsun bu hesaplarla. İnsanız ve umut ediyor yüreğimiz bir gün dünyanın sana ısmarladığım duygular üzerine döneceği günlerin çokta uzak olmadığını…