ÇİÇEK SÜRGÜNÜ

ÇİÇEK SÜRGÜNÜ



Melike ÇELİK




   Kararan havayı damla damla emen çiçeklerini biraz olsun aydınlatmak için üzerlerine su serpti. Durdu, alıcı gözlerle seyretti her birini. O sabah yanından geçen bir kadının, çiçek almasam da bu sokağın başında olmanızı, hayatımızı renklendirmenizi seviyorum, deyişini hatırladı. Her gün yüzlerce insanın topuk seslerine karışırdı çiçeklerinin alı, moru, pembesi. Oysa çok az insan görebilirdi renklerinin, kokularının ışıltısını.

   Müdavim müşterilerinin arasında beyler çoğunluktaydı. Unutulan doğum günlerine, yıl dönümlerine Hızır gibi yetişirdi Gonca’nın çiçekleri. Böyle zamanlarda, yaptığı her bukette Gonca’nın gönlü biraz daha kırılırdı. İsterdi ki sevgiye, mutluluğa bahane olmasın; sevginin, mutluluğun aslı olsun çiçekleri. Yalnızca çiçeklerin değerini bilenler sarsın, koklasın onları. Bazı zamanlar bir suçu örtmek, bir yalanı gizlemek için alındığını bilirdi. O zaman günaha ortak olmanın vebalini taşımak istemez, sana uygun çiçeğim yok abi, deyip kurtarmak isterdi vicdanını. Çiçeklerini alanın onları nasıl seçtiğinden, parasını verişinden, emanetini tutuşundan; kime verileceğini, gittiği yerde nasıl ağırlanacağını bilirdi. Sürgüne gönderdiği her çiçeği acı bir tebessüm bırakırdı ardında. Çiçeklerini severdi ya onları para uğruna değer bilmeyenlere vermeye kıyamazdı.

   Çok az müşterisi bilirdi çiçeklerin adlarını. Ve çok azı kararlı olurdu alacağı çiçekte. Genelde seçimi Gonca’ya bırakırlardı. Hasta çiçeğinden tanışma çiçeğine kadar onlarca aranjmanı vardı. Bazen katalog çıkarmayı bile düşünür sonra, boğazımızı anca doyururuz be, der vazgeçerdi. Ah, fırsatı olsa şehrin en iyi çiçekçisi olmaz mıydı? Ruhunu bilirdi çiçeklerin ruhunu ve kimin ruhuna hangi çiçeğin yaraşacağını.

   Karanlık lime lime çökerken yüzü düşen çiçeklerini ayıklayıp toparlanmaya başladı. Her akşam beyaz kasımpatı almadan evine gitmeyen yaşlı amca günlerdir gelmemişti. Her gün bu çiçeklerden alıp ne yaparsın amca, diye sorduğunda Gonca, onların sevgisi bana karımdan yadigâr, onun yokluğunda bunlarla avunurum işte, demişti amca. Gonca yalnızlık nasıl bir şey diye anlamaya çalışsa da yapamamıştı, evdeki kalabalığını düşündükçe hiç de fena bir şey gibi gelmemişti ona.

   Saat ilerledikçe merakı arttı, neden gelmemişti yaşlı adam? Gideceği uzun yolu düşündükçe yüreği sıkışıyordu. Kentsel dönüşüm yüzünden iki sokak ötelerindeki yurtlarından şehrin ta öbür ucuna sürülmüşlerdi. Sabah gelmesi, akşam dönmesi; trafiği, otobüslerin kalabalığı hepsi ayrı dertti. Çekilecek çile değildi de başka iş bilmezdi ki sübyanlarını doyursun. Daha fazla beklememeye karar verdi, kovalarını kenara çekip üstlerini her akşam yaptığı gibi güzelce örtüp geceye emanet bıraktı.

   Ertesi sabah çiçeklerinin başına geldiğinde aklı hala yaşlı amcadaydı. Bugün de uğramazsa akşama sorup soruşturur evine varırım, diye düşündü. Çiçeklerini güneşle yıkadı, tazelerini yanlarına ekledi. Sokak renkleriyle şakımaya başladı. Çiçeklerinin gülen yüzlerine kavuşunca bir annenin, çocuğunun uykusundan uyanıp kollarına atılması gibi içi neşeyle doldu yine o sabah.

   Az sonra kara bir bulut dolanmaya başladı. Tentesini açıp açmamakta kararsız kaldı. Yağmur bereketti ya çoğu zaman satışını keserdi. Birden içi sıkıldı. Belki yağmaz diye avuttu kendisini. Daha siftahını yapmadan iki zabıta belirdi yanı başında. Üç gün önce gelenlerdi bunlar. Uzun boylu, küçük gözlü olan, sana burada ekmek yok bacım, üç gün müsaade, topla tasını tarağını kaybol, demişti. Gonca da onlara pabuç bırakacak göz var mıydı? Arada gelir giderler, birer sigara parası atarım işte, diye ikna etmişti kendini. Tam da üçüncü gün gelmeleri canını hepten sıktı. Gök gürlemeye başladı. Gonca, bir yolunu buluruz ağalar, dese de adamlar ciddiydi. Israrla Gonca’nın sokağı boşaltmasını istiyorlardı. Gonca umduğunu bulamayınca duymazlıktan gelip iskemlesine çöktü, çığırmaya başladı, güzel çiçeklerim var…

   Sıska olan zabıta Gonca’nın vurdumduymazlığını görünce sinirlenip kovalardan birini tekmesiyle devirdi. Gonca rızkının ayaklar altına serilmesine razı olmadı, ayağa fırlayıp veryansın etmeye başladı. Çığlıkları kulaklarına uğramadan çok uzaklara yayılıyor, etraflarındaki insan halesini genişletiyordu. O an, kalabalıkta onlarca dudağın ve ellerin çırpınışları içinde tüm sesler uğultuya dönüşüyordu. Zabıtaların sabrı kalmamıştı, tüm çiçekleri yola döktüler. Akşama geldiklerinde burada onu görmek istemediklerini söyleyip gittiler. Yağmur çiselemeye başladı.

   Gonca gözleri yaşlı, kalabalığın sakince dağılmasını izledi. Kimi gözüne kestirdiği çiçeği yerden alıp yakasına takarak yoluna devam etti. Kimi vergisiz satış yapmasından dem vurdu, kimi köşeye açılacak büyük çiçekçi dükkânının haberini uçurdu, eee büyük balık küçük balığı yutardı. Kimse elini uzatıp da çiçeklerini toplaması için Gonca’yı yüreklendirmedi. Gonca bütün gün oturup seyretti janjanlı ışıklar altında çiçeklerinin hoyratça ezilişini. Çiçek almak için duraksayanlar başlarını çevirip bir başka çiçekçi aramaya koyuldular. Karanlık usul usul dökülmeye başlayınca her akşam kasımpatı almadan evine gitmeyen yaşlı amca göründü. Gözleri çipil çipil etrafı süzdü ve bir bakışta olanları anladı. Demek sana yol göründü kızım, sağlam kalmış kırmızı güllerin var mı, bu saatte çiçekçi aramayayım, bekleyenim var.