KADER APARTMANI


KADER APARTMANI





Melike ÇELİK




   23 numara, Kader Apartmanı. Kafasını kal-dırdı, kapı numarasına baktı. Zihni, ruhunun ve mevcudiyetinin peşinde koştururken ayakları sanki ondan habersizcesine onu evine getirmişlerdi. Evden içeri girdi.

   Hüzün kaplı ahşap merdivenler, kendi mazisini insanoğluna hatırlatır gibi her basamakta gıcırdaya gıcırdaya sakinini evine uğurluyordu. O an; ne yolunda gitmeyen işler, ne kırık düşler, ne de vuslata eremeyen sevdalar… Zihni allak bullaktı… Çatılardan kaldırımlara kadar her bir oyuğun içini yırtarak geçen sıcak, ayak tabanlarından gövdesine, oradan da sanki beynine nüfus ediyordu. Uyuşan kemiklerinin içleri yalnız sıcakla boğuşuyor, yaşamın viraneliği boşlukta salınıyor, kendisini bedbaht edecek cüsseler arıyordu. Ne çare ki delici güneş her bir şeyi ağartıp bir kenara fırlatıyordu. Işıklarını solgun şehrin tepesinden çekene kadar hüküm de onundu, sükûn da.

   Ruhu ile bedeninin zaman ve mekândaki yolculuklarının farkına hiç bu kadar vasıl olmamıştı. Bir tarafta bedenini, üst üste yığılmış on binlerce cismin altında sıkışıp kalmış ve bu kaostan kurtulmaya mecali olmayan bir zavallı gibi hissederken öte tarafta ruhu; masmavi serin sulardan yemyeşil yaylalara, karlı tepelerden fırtına vadilerine uzanıp dimağını muazzam ferahlatıp sınırsız bir ufka erişmek için çabalıyordu. O an ruhunun bedenini oracıkta terk edip gitmesinden korktu! Ve o an cismani ağırlığını yalnız bedeninde değil her bir zerresinde acıyla hissetti. Çocukken uçmasından korktuğu için balonunu sımsıkı tutarken balonunun uçup giderken onda bırakacağı hazzı hayal edip mutlu olduğu zamanları hatırladı. İnsanoğlu ne tuhaftı! Hem sahip olmak istiyor hem firaktan zevk alıyordu. Ruhunu elinden kaçırsa, tıpkı bir balon gibi salına salına gökyüzüne çıkacağını ve o andan sonra yeryüzündeki tüm yasalardan soyutlanarak kendi imparatorluğunun efendisi olacağını düşünüyordu. Özgürlük tam olarak bu değil miydi? Bedeninin ağırlığını taşıyan bir ruh asla özgür olamazdı. O halde dünya hayatındaki tüm özgürlük yaftaları sadece birer serap olmalıydı. Ne var ki, ruhunu kendi eliyle serbest bırakacak cesareti asla olmayacaktı. Ya bedenini ruhunun ardında sürükleyerek yaşamaya devam edecek ya da yalnızca gün ışığında şakıyan muhabbet kuşu misali ruhunun kafesine kara örtüler çekerek onu bedeninin karanlık zindanında susturacaktı. Hangisini seçerse seçsin yolu aynı sokağa mı varırdı sonunda? Yanıtını bilmediği sorular koca bir yaydan ardı ardına atılmış gibi kafatasına çarpıyor, her birinin yankısı birbirine karışıyor, sorular birbirinin yanıtı olmak için yarışıyordu.

   Yorgun gıcırtılar arasında aralık kapının ardından gelen tiz sesler dikkatini çekti. İlk kez bu kapının açık olduğunu görüyordu. Seneler evvel, şimdi oturduğu evi görmeye geldiği ilk gün, emlakçının onu ikna etmek için sarf ettiği sözler zihninin tozlu raflarından başını kaldırdı : "Eski olmasını sorun etme kardeşim. Nezih bir apart-mandır. Gürültü patırtı olmaz. Altta yaşlı bir teyze oturuyor, kimi kimsesi yok sanırım. Üstteki emekli karı koca da yazdan yaza gelirler sadece."

   Acil ev bulması gerektiği için çok incelememiş, hemen tutuvermişti daireyi. O günden sonra alt katında bir canlının dahi yaşadığını unutmuştu. Kapı yerine duvar olsa zerre farkı olmazdı nazarında.

   Bir an önce evine çıkmayı düşlerken içindeki bir dürtü aralık kapıdan içeriye göz atması için ısrar ediyordu. Ayakları zihnindeki karmaşadan yararlanıp alışkanlıkla onu bir kaç basamak yukarı çıkarsa da merakına yenik düşüp geri döndü. Sessiz ve mahcup olarak aralık kapıyı biraz daha açtı. Kapının karşısına düşen uzun koridorun sonundaki küçük odada, bir kadın; eski bir kanepeye oturmuş, ellerini yüzüne kapatmış, küçük hıçkırıklarla ağlıyordu. Ne yapması gerektiğini bilemedi. Bir süre kadını seyretti. Bir insan ancak tekrar kavuşamayacağını bildiği şeyler için bu kadar ağlayabilirdi. O an yaşlı kadının vefat etmiş olabileceğini düşündü ve içeride ağlayan merhume yakınını teselli etmek için yanına gitmek istedi. Sonra vazgeçti. Hangi sıfatla varacaktı ki?

   "Şey… Ben üst kat komşusuydum. Başınız sağ olsun. Aslında hiç tanışmadım kendisiyle ama eminim ki çok iyi biridir. Yani biriydi. Yani öyleydi herhalde. Keşke tanımış olsaydım. Ben de böyle biriyim işte. Çoğu zaman çevremde olup bitenlerden o kadar uzağım ki. Misal köşedeki markette duran kasiyerler. İnanır mısınız yolda görsem tanımam. Düşünüyorum da bir kere bile dikkatlice bakmamışım yüzlerine. Bazen çoğu insanın yaşayan varlıklar olduğunu unutup onlara makinelermiş gibi davranıyorum. Tabi bu durumun yeni yeni farkına varıyorum ama değiştiremiyorum kendimi."

   Böyle konuşamazdı elbette. İnsan acılı zamanlarında yanında konuşulsun da istemezdi zaten ama konuşmasa da yanında biri olsun isteyebilirdi. Şu ahir ömründe birine ufak da olsa iyiliği dokunsun diye küçük ve ürkek adımlarla yaklaştı kadına. Tıkırtıları duyan yaslı kadın hıçkırıklarına ara verip usulca kaldırdı başını.

   Bakışlarının birbirlerine değdiği o anda; hangi buzullar yerlerinden kopmuş dünyanın dengesini biraz daha bozmuştu kim bilir! Ya da hangi rüzgârlar sevgili hasretiyle prangalı yürek-lere sevdanın kokusunu taşıyıp alev alev daha da kavurmuştu. O an dünya üzerinde çağıldayan tüm şelaleler öylece kalmış olmalıydı.

   Artık orta yaşlarını aşındırmış adamın, yıllarca diline yasak edip de gönlüne söz geçiremediği o isim dökülüverdi dilinden: Nazlı!

   Kadının al yanaklarından sessizce süzülürken gözyaşları, bakışları bir fotoğraf karesinden dökülür gibi donakaldı.

   Adam bekledi. Kaderinde beklemek vardı, bunu bilmişti tüm ömrünce. Tek bir kelime için yıllarca beklemişti ve bu kelime için tek bir soru çınlayıp durmuştu kulaklarında: Neden?

   Kadın baktı yalnızca. Bakışları, özgürlüğüne kavuşan tüm balonları teker teker patlatıp yokluğa eriştirebilirdi. Zaten en iyi bildiği şey de bu değil miydi? Yokluk! Tek bir kelime söylemeden çekip gittiğinden beri neler yok olmuştu adamın hayatında? Yıllarca, onu terk etmesi mi daha çok yakmıştı canını yoksa ufak bir açıklamayı dahi ona çok görmesi mi? Hangisinin yokluğu yok etmişti güzel bildiği her şeyi? Bu sebepten miydi insanlara kapılarını kapatıp onları makineleştirmesi?

   Günlerce gelir diye beklemişti. Sevgisi ya-karken bedenini, nefreti buz kesmişti kalbini ve sonunda sevgi ile nefretin arasındaki o incecik sınırda beklemeyi de öğrenmişti. Tüm bekleyişlerinden kurtulmak içinse bu eve sığınmıştı. Gelmeyecekse beklenen, beklemenin ne anlamı vardı? Kaderin cilvesi, yollarını beklemekten vazgeçmek için geldiği Kader Apartmanı’nda kesiştiriyordu şimdi.

   Adam neden diye sormayacaktı kadına. Arkasını döndü ve evine gitmek için yol aldı. Aradığı sorunun cevabı hep “kader”e çıkmıştı ve başka hangi cevap onu haksız çıkarabilirdi? Çocukken elinden bırakamadığı balonunun nazlı nazlı uçtuğunu hayal etti. Elinde patlamasından-sa uçması daha çok mutlu etmez miydi? Firakın lezzetini o an tüm kalbiyle hissetti. Yüreği serinledi, artık sıcak eskisi kadar yakmıyordu bedeni-ni.