DİL İÇİN DE REJİM YAPMALI


DİL İÇİN DE REJİM YAPMALI




Zehra Meral KONŞUK İVECAN





   Annemle konuşuyoruz; sülalede saygı duyulan çok bilgili görmüş geçirmiş bir akrabadan bahsederken:

   - Oğlu artık sürekli gidiyormuş babası ile ilgileniyormuş, her işini hallediyormuş, diyor. Neden, diye soruyorum. Annem, o zarif kadın, biraz çekingen, sanki çok ayıp bir şey söyleyecekmişçesine sesini alçaltıp üzülerek:

   -Aklı biraz karışıyormuş da! Diyor çarçabuk.

   Ben o cümleye hayran kalıyorum, hatta o cümlenin her harfine teker teker hayran kalıyorum. Sonra anneme. Aldığı aile terbiyesi, yanımızda tanıdık biri olsun ya da olmasın, akrabamızla ilgili üzüntü veren durumu en ince nasıl izah edebilirse ona doğru götürüyor.

  “Aile terbiyesi” zihnimden geçen bu söz yüreğime beton döktü. Öylesi ağırlaştırdı ki yüreğimi o an suya atılsam sanırım anında dibe çökerdim. Biz hangi ara; dilde, toplumda, ilişkilerde zarafeti yitirdik. Kaba davranışlar çok doğal, çok güzel bir şeymiş gibi hangi ara bu kadar çabuk bozulduk.

   Çünkü bana bu haberi annem değil de yeni kuşaktan biri verseydi, muhtemelen kullanacağı ifadeler: Bunamış, aklını kaybetmiş, kafayı sıyırmış, cozutmuş vb. söylemlerde olabilirdi. Hatta “Ne biçim konuşuyorsun öyle?” diye uyarsanız “Niye canım yalan mı söylüyorum?” deyip tepki bile alırdınız. Mantıken düşünseniz doğru, söylenenler yalan değil ama zarif mi, ince mi? Asla! İncitti mi, incitir mi? Ziyadesiyle.

   Toplum içinde yaşıyorsak, hiç bıkmadan, usanmadan hayatımızın her alanında empati yapmamız şart. Biz olsak ne yapardık, bize söylense ne hissederdik sorularını nefsimize yöneltmemiz şart.

   Toplumsal iletişimde incelik ve iyilik çok büyük önem taşıyor. Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır atasözünü Cem Yılmaz esprilerinde gülelim geçelim diye mi atalar söylemiş? Bu konunun üstünde hiç düşünmeyelim mi sizce?

   Tavırlarımızda ölçütü biz mi belirliyoruz, karşımızdaki mi? Eğer hep karşımızdaki belirliyorsa karakterimizde bir sorun yok mudur? Çünkü böyleyse adamına göre davranıyor oluruz. Gücümüzün yettiğine çemkirebilen, ezebileceğimiz herkesi gömen, kendimizden üst ve maddi imkânı çok olanlara ise yalakalık yapan kişiliğe mi sahibiz? Bu satırları okuduğunda bu özellikteki birine saygı duyarım diyen olabilir mi?

   Bize onurlu güzel bir duruş lazım. Güzel bir duruş yani nasıl olman gerekiyorsa öyle olacağın üçü beşi hesaplamayacağın bir duruş. Hz. Fatıma görme engelli bir sahabenin karşısında örtüsüne dikkat etmediği zaman babası sevgili Peygamberimiz tarafından uyarılır. “Ama o beni görmüyor ki” itirazı üzerine Hazreti Peygamber “o seni görmüyor ama sen onu görüyorsun.” diye açıklama yapar. Bunu daima örtünün ehemmiyeti üzerine örnek olarak verirler. Bence bu olay toplumsal duruşumuz açısından da önemli bir örnek olarak sunulmalı. Mesela internette bir paylaşım “Metroda otobüste iki büklüm davranıp bizden yer bekleyen ihtiyarlar, konu evlilik programına gelince şıkır şıkır göbek atmayı biliyorsunuz ama” diyerek gençlerin ve çocukların büyüklerine yaptığı saygısızlığı hoş gösterme çabasına örnek. Bunları okuyan da ülkemizin tüm yaşlıları topyekûn izdivaç programlarına sökün ediyor zannedecek. Velev ki öyle olsun! Senin kalkıp yerini, senden daha büyük ya da ihtiyaç sahibi birine vermen seni yüceltir, iyi ve düşünceli bir insan yapar. Seni kandırıyorsa karşındakini suçlu konuma getirir er geç cezasını bulur.

   Başkaları küfür ediyor diye küfür ediyorsak, karşımızdaki hak ediyor mantığıyla her türlü kabalık ve kötülüğü yapıyorsak eleştirdiğimiz insanların seviyesine indik mi inmedik mi bunu düşünelim.

  Eskiler incitmeden söylemeye çalışırlardı. Ama o inceliğin içerisinden karşısındaki alması gereken öğüdü alırdı. Kaba veya ince söylenen sözde mana değişmez lakin tercih edilen vasıta önemlidir. Birinde yıktın perdeyi eyledin viran durumu; diğerinde güzeli yitirmeden uyarmanın letafeti.

   Buyurun, kendiniz ne duymak isterseniz seçimi yapın ona göre konuşun amma “istediğini konuşan istemediğini işitir” deyişini de unutmadan.